Estetik Felsefesi, Cape Town ile Nasıl Bağdaşır.


   Özel sektörde çalışan biri olarak, resmi tatil günlerini değerlendirmekten büyük keyif alıyorum. Daha önce hiç gitmediğim bir şehir, hiç bilmediğim kültür ve sosyal etkinlikler, hiç bilmediğim bir dilden bir kaç kelime öğrenmek... Kısacası onların hayatlarına dokunurken onları hissetmekten mutluluk duyuyorum. Ramazan bayramıyla birlikte gelen 9 günlük tatil ve hayranlığımı artık saklamadığım, mükemmel insanın bana ''Cape Town yatım var, benimle gelmek ister misin?'' demesiyle kendimi birden bu muhteşem şehrin kollarında buluverdim. Hayatı akışına bırakınca her şeyi ne kadar da kolay oluyormuş =)

 Öncelikle Cape Town hakkında kısacık bilgi vermek istiyorum.

Vize;

     Cape Town yani Güney Afrika vize istemiyor. Acele ile netten bir kere bakıp tüm yolculuk boyunca, ''acaba var mıydı?'' sorusu yüzünden yolcuğum biraz endişeli geçti. Gümrükteki memur pasaportumu alıp, 90 günlük vizeyi verirken ''-Welcome to Cape Town, I hope will enjoy your stay.'' dediğinde derin bir ohhh çektim. Gülümseyerek, içimdeki çocukla el ele hadi merakımızı giderme vakti diyerek yürümeye başladım.

Hava Durumu;

     Temmuz ayında İstanbul'u düşünerek valiz hazırladıysanız, oradan mutlaka daha kalın giysiler almak durumda kalacaksınız. Güzel bir kış havası hakim. Hafiften üşütse de ılık ılık eserek 13 saat süren yolculuğunuzdan sonra sizi kendinize getiriyor.

Coğrafi yapısı;


    Şehrin simgesi olarak bilinen Table Mountain dağı gözümü çarpan ilk detaydı. Bu dağın zirvesi yaklaşık 3kmlik bir ovadan oluşuyor. Dağ ortadan kesilmiş dümdüz bir masa şeklinde, başı dumanlı (bulutlu)... Mekân ve obje ilişkisini düşündüğümde,  Işıklandırma ve Render ayarları (iç mekân için yapılır aslında), güneşin geliş acısı ile milimetrik ayarlanmış, mimarı olarak ne bir eksik, nede bir fazla tek kelime ile mükemmel.

Mutfak Kültürü;

   Waterfront etrafında yoğunlaşan güzel restoranlarda, genellikle deniz ürünleri ağırlıklı, her zevke ve damak yapısına uygun sebze ve meyveler şeklinde.. Uzak doğu mutfağındaki gibi aç kalmazsınız ;) Güzel sağlıklı yemekleri var. Servisleri çok yavaş...

Para birimi

    1 South African Rand equals, 0.20 Turkish Lira ediyor ortalama. İstanbul'dan sonra açıkçası pekte pahalı gelmedi bize....

   
      Clifton Beach'te yürümek için ayaklarımızı özür bırakarak kumsalın soğuğunu hissederken aynı zamanda dalgaların huzur veren melodisini dinleyip, el ele tutuşarak yürümeye başladık. Uzun bir süre konuşmadık. Bir bütün gibi hareket ediyor, duruyor, birbirimize bakıp gülümsüyor, ellerimizi daha sıkı kenetliyorduk. Ruhumuz, mantığımız, bedenlerimiz, bulunduğumuz nokta mükemmel ötesi bir güzellikteydi.

    Peki, gerçek güzel neydi? Estetik Felsefesinin konu aldığı, sorguladığı? Estetik felsefi  ile yeni tanıştığımda dikkatimi bir soru çekmişti. Benim sahil sahnemi düşünün güzel olan sahil midir? Yoksa iki kişi arasındaki duygu mu orayı güzel yapar? Aynı duygulara sahip iki kişiyi pis kokan çöplüğün kenarında da aynı duygu ile o mekânı güzel görebilir mi? Yoksa mekan duygularımı tetikler? Diyerek ortamın sessizliğini bozarak güzel bir tartışma konusu açmıştım. Ben İdealist estetik anlayışını ve yaklaşımını kendi düşüncelerime yakın gördüğüm için Platon, Hegel, B.Grace fikirleriyle kendi görüşümü besleyerek savunmaya başladım.

     Platon

İdealist Estetik Anlayışı olan Platona göre, sanatın ''ritmik ve uyumlu'' unsurları insanı çocukluğundan alarak ''aklıbaşındalığın  güzelliği ile uyumuna'' götürebilecek bir güce sahiptir ve bu uyumun ahengiyle yetişen biri, zamanı geldiğinde ''akla kucak açacak'' ve onu temel alacaktır. İnsanın henüz ham olduğu erginleşmemiş dönemlerinde, güzel, güzel görüsüdür ya da diğer bir deyişle, göze güzel görünendir. Oysa ''güzel bir bedene duyulan haz, eros ‘un en alt düzeydeki tezahürüdür. ''Çünkü güzellik hakikî mâniada tensel değil, tinsel bir şeydir. Ama insan tinsel güzellikten önce göze güzel görünen tekil şeylerin güzelliği ile tanışmakta ve bu güzel görüden kurtulması da birdenbire olmamaktadır.

    Temelleri Platon‘a kadar giden idealist estetik anlayışının tepe noktası, aslında Hegel estetiğidir. Hegel‘e göre, felsefenin konusu; Bir bütün olarak ideadır, tindir, Geist‘tır. Onun sanat felsefesinin konusu da yine ideadır, tindir, Geist‘tır. Dolayısıyla, Hegel‘in sanat felsefesinin başlangıç noktasında idea kavramının 'bulunduğunu, hatta estetik teorisinin de, felsefî sisteminin yalnızca bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Demek ki Hegel estetiği, tıpkı felsefesi gibi, Geist/Tin/İdea anlayışına dayanmaktadır.

Hegel    

    Hegel, estetiği, güzelin ve somut olarak da sanatın felsefî kuramı olarak tanımlamakta, estetik yaklaşımıyla da sanatın ve güzelin kurucu ögelerini açıklamaya çalışmaktadır.Estetik‘ ile kastettiği de, Sanat Felsefesi ya da daha açık bir deyişle Güzel Sanat Felsefesidir. Bu ise, estetiği, sanatsal güzellik ile sınırlandırdığı ve doğa güzelliği‘ kavramını ise estetiğin dışında bıraktığı anlamına gelmektedir. Ancak Hegel estetiği açısından sanat güzelliği‖ denen bu güzellik, sıradan anlamının dışında çok önemli ve derin bir anlama sahiptir. Hatta Hegel estetiğinin en başta gelen konusunun güzellik olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Mutlak Tin aşamasında Tin‘in ilk biçimi olarak karşımıza çıkan sanatta,  Tin, sanatın içinde duyusal bir biçim altında görünüşe çıkmaktadır. Weber‘in deyişiyle, sanat, maddeye giren ve onu kendi şekline sokan idedir.Bu nedenle güzellik de, Tin‘in duyusal bir görünüş kazanması ya da diğer bir deyişle Tin‘in dışlaşarak, nesnelleşerek, duyular dünyasında görünüşe çıkması olarak tanımlanmaktadır.Güzel, bu şekliyle her şeyin ruhu ve ilkesi olan İdea‘nın duyulara görünmesi olmaktadır ki, anlaşılabileceği gibi, bu da bizi yeniden Platon‘un idea anlayışına götürmektedir.
 

B.Croce:

      
            ''İnsan, içinde yaşadığı evrendeki nesnelerle yalnız zihnî, empirik ve pragmatik ilgiler kurmakla kalmaz,  aynı zamanda estetik ilgiler de kurar.''

    İdealist estetiğin 20. yüzyıldaki en önemli temsilcisi kabul edilen Croce, tıpkı Hegel gibi, Platon‘un sanatın mimesis olduğu düşüncesini kabul etmez. Hatta onun doğa görüşü ve doğa güzelliği anlayışı, her çeşitten mimetizm‘in karşısında yer alır. Çünkü tek ve bütün gerçekliği tin olarak ele alan Croce‘ye göre, içine tin karışmayan tabiat kendi başına güzel ya da çirkin olamaz. Tabiat, ancak ve ancak birilerinin kendi tinini doğada dışlaştırmasıyla güzel olabilir. Diğer bir deyişle tabiatta güzellik diye bir şey yoktur. Tabiat güzelliği denilen şey, çoğu zaman kırda hissedilen fiziksel bir rahatlık izleniminden başka bir şey değildir. Bunun dışında tabiatta güzellik olduğunu söylemek, hâlis bir metafizikten başka bir şey değildir. Bu nedenle tabiat, sanat için kopya edilecek bir ''örnek'' ya da bir ''model'' değil, sadece bir fizik tutamak noktası ya da bir ilham kaynağıdır. Tabiatta bulunan ''bir gül, bir lale, bir at'' da insanın hoşuna gidebilir, onlara bakarken de bir zevk duyulabilir, onlar da güzel olarak değerlendirilebilir; ancak bu, onların doğal bir veri ya da doğal bir ifade olarak bizi etkilemesinden kaynaklanmamaktadır. Çünkü insanın birtakım doğal objelerden hoşlanmasının kaynağında doğal ifade olmaları değil, doğaya bakan süjenin tini bulunmaktadır.


    Hayranlığım bir kat daha artmıştı bu insana, beni pür dikkat dinleyerek paralel iletişimde yansıma yaparak, kendi savunmasını hazırlıyordu. Daha önce bu konuda en az benim kadar araştırma yapmıştı. Bende Pragmatist Estetik anlayışını kendi düşüncelerime daha yakın görüyorum dedi. W.James, J. Dewey, R.Shusterman düşüncelerinin ışığında başladı.

  W.James    

James aslında ressam olmak bilinir, yaşadığı ciddi sağlık sorunları nedeniyle bu hayalinden vazgeçmek zorunda kalmış bir düşünürdür. Çünkü ilk gençlik yıllarından itibaren tüm hayatı boyunca kronik gastrit, baş ağrısı, kabızlık, uykusuzluk, halsizlik, depresyon ve şiddetli sırt ağrısı ve günde sadece iki saat okuyabilmesine müsaade eden bir göz rahatsızlığı ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden pek istememesine rağmen tıp eğitimi alan James, tıp bilgisi sayesinde de rahatsızlıklarının pek çoğunun aslında psiko-bedensel kaynaklı olduğunu fark etmiştir. Fark ettiği bu şey de, onun gerek kendi sağlığına gerekse felsefî konulara yaklaşımını belirleyen temel perspektifini oluşturmuştur.

    James‘in bahsedilen alışkanlık teorisinden yola çıkarak varılacak önemli pragmatik sonuçlar olduğunu belirtmiş ve şu açıklamayı yapmıştır:

   ''Eğer duygularımız ve bedensel değişimlerimiz arasında önemli bir bağıntı varsa, bu değişimlerin duygusunun gelişkin bir farkındalığı, duygularımızı daha iyi anlamak için yardımcı olabilir. Farkında olmadan endişeli ya da sıkıntılı olabiliriz; tabii ki bir şeylerin farkına varırız, ama duygunun ne olduğunu tam olarak ayırt edemeyiz, yani onu endişe ya da sıkıntı olarak tanımlamayız. Fakat, eğer bedensel değişimlerimize karşı duyarlıysak, bedenimizin dışında bizi endişelendiren ya da üzen şeyin tam olarak ne olduğunun farkına varmadan önce bile, duygusal rahatsızlığımızın farkına varabilir ve onunla ilgilenebiliriz. Dikkatini bedenine değil topa odaklamış bir vurucu en iyi şekilde topa vurabilir; fakat başka bir vurucu ayaklarını nasıl yere koyduğuna, sopayı nasıl çok fazla gergince tuttuğuna dikkat ederek esnekliğini engelleyen ve topu görüşünü bozan şeyi keşfedebilir. Bu noktada bilinçli dikkat, vurucunun bedenine ve bedensel duygularına yöneltilmelidir, böylece kişi yanlış alışkanlıklarını keşfedebilir, onları engelleyebilir ve daha etkili bir alışkanlık elde edene dek pozisyonunu, hareketini ve duruşunu değiştirebilir. Alışkanlık elde edilince, kişi ihmal edilen temele geri dönebilir ve vurmayı hedeflediği topa odaklanabilir.'' 

   Salt düşünceler ve duygular da dâhil olmak üzere aklın tüm durumları bedeni harekete geçiren sonuçları kendi içinde taşımaktadır.

 J.Dewey

    Dewey‘in pragmatist felsefesinin merkezinde, bu yönüyle pek bilinmese de, aslında sanat vardır. Onun estetik anlayışının en önemli görünümü de, doğanın sanatın gelişimindeki önemini vurgulayan natüralizmidir. Çünkü o, estetiği insan organizmasının doğal ihtiyaç, karakter ve eylemleri üzerine inşa etmiş; estetik deneyim ile yaşamın diğer süreçleri arasındaki devamlılığı vurgulamış ve biyolojik ortaklıklar olarak adlandırılabilecek temel hayatî işlevler ile estetiğin ortak kaynağını göstermeye çalışmıştır. Bu natüralist yaklaşımıyla da, sanata dair yüzyıllardır devam eden geleneksel imtiyazı ortadan kaldırmak ve sanatla bilim arasında herhangi bir karşıtlığın olmadığını ortaya koymak istemiştir. Bu estetik, sanata sınır koyan engelleri kaldırmayı amaçlayan ve küresel geçerliliği olabilecek bir sanat tanım arayan bir estetiktir. Gereksiz ayırmalar ve sınırlamalarla hayatlarımız zaten parçalara bölünmüştür; şimdi ise hayatlarımızı daha çok parçalamak yerine dağılmış parçaları bir araya getirecek bir teoriye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Dewey‘in tüm çabasının birçok parçaya bölünen hayatımızın yeniden bütünleşmesine yönelik olduğunu söylemek mümkündür.

   ''Var olan teorilerin sorunu bir hazır yapım ayrışmasından ya da sanatı somut deneyimlerin nesneleriyle olan bağından koparıp ruhanîleştiren bir olgudan türetmiş olmalarıdır. Fakat böylesi bir ruhanîleştirmeye alternatif, güzel sanatları küçümsemek ya da dışlamak değil, bu eserlerin genel deneyimde bulunan vasıflarını idealize eden yolu açığa vurmaktır. Eğer sanat eserleri popüler itibardaki insan bağlamına doğrudan doğruya yerleştirilseydi, hasıraltı sanat teorilerinin genel bir kabul gördüğü zaman sahip olabileceğinden daha fazla dikkat çekecekti.''

   İşte Dewey, sanatın bütünlüğünün hakkını verebileceği ve sanatçı ile alımlayıcısını birbirine daha iyi bağlayacağı için sanatı deneyim olarak (art as experience) yeniden ele almıştır. Bunun içindir ki estetiğinin temeli de deneyim‘ kavramıdır. Ona göre, insan içinde yaşadığı doğal ve toplumsal çevreyle sürekli bir etkileşim halindedir ve organizmanın çevresiyle etkileşimi sonucunda da deneyim ortaya çıkmaktadır.

R.Shusterman   

    Shusterman, felsefe tarihi boyunca sanatın ne olduğu konusunda birçok estetik teori ortaya konmuş olmasına rağmen genel bir kabul sağlama noktasında bunların pek de başarılı olamadığını öne sürmekte; konuyu pragmatist çerçevede ele alan Dewey‘in de sanatın müstesna bir deneyim olduğu yönündeki tanımının oldukça belirsiz ve genel‖ olduğunu belirtmektedir. Kendi durumu için de, bir pragmatist olarak, mevcut problemin çözümüne hiçbir katkısı olmayacağını bile bile yeni bir teori geliştirmeye çalışmanın paradoxal bir döngü olduğunu söylemekten kaçınmamaktadır. Ona göre, pragmatist teorisyen bu anlamda bir çıkmazdadır. Geleneksel iddialar ve teorinin başarısı konusunda şüpheci olarak o, en nihayetinde estetik tarihin çöp kutusuna atılacak bir teori daha geliştirmeye gönülsüzdür.

   Sanatın sözü edilen varlıksal ve yapısal özelliği nedeniyle kesin olarak tanımlanamayacağını düşünen Shusterman, sanatı bir deneyim olarak ele aldığı için Dewey‘in yaklaşımını diğer estetik teorilerinden ayrı bir yere koyar. Ona göre, Dewey‘in sanatı deneyim olarak tanımlaması, bizlere, farklı ve yeni bir bakış açısıyla sanat üzerinde tekrar düşünme fırsatı vermiştir. 

  ''Sanatı deneyim olarak görmek, yaşam ve sanat arasındaki varsayılan boşluğun tüm problemlerine yanıt vermektir. Deneyim olarak sanat, onun yalnızca kurgusal bir taklidi olmaktan ziyade, yaşamlarımızın kesin olarak bir parçası, özellikle deneyim sahibi gerçekliğimizin canlı bir şeklidir. İkinci olarak, deneyim, davranışsal bağlamda dâhil edilen farklı dürtüleri ve çevreleyen maddeleri birleştirmesi gerektiğinden ve biz herhangi bir içeriğe amaca yönelik algılayıcılar olarak yaklaştığımızdan, sanatın deneyimi, sanatsal veya estetik deneyim olarak geçerliğini kaybetmeden bilişsel ve nesnel ögelere olanak tanır.''
    Zaman su gibi akıp geçmişti. Aramızdaki düşünce alışverişi benliğimizi epey tatmin etmişti. Gözlerinin içine bakarak onu öptüm, rüya gibi bir gerçek yaşıyorum. Ben hep böyle bir sevgili hayal etmiştim. Beni bu ilişkiye hazırlayan gelmiş geçmiş herşeye sonsuz teşekkür ederim.

 Sevgiyle kalın....

 

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hava Kirliliği ve Partikül Madde

KOMPOZIT

Ölümün Ölümsüzlüğü...