iNTiHAR (ÖZKIYIM)

   1 Şubat 2016 bir telefon aldım çok sevdiğim bir dostum intihar ederek bu dünyadan göçüp gitmişti. İnanmak o kadar zordu ki, kesinlikle onun artık yaşamadığını red ediyordum. Yaşadığımız tüm anılar gözlerim önünde, sesini hala kulaklarımda duyarken nasıl?? İnanacağım tek yer cenaze töreniydi gidemedim.

  7 Şubat 2016 bir telefon daha aldım çok sevdiğim bir iş arkadaşım da intihar etmişti. Şaka Mıydı bu ?? Daha birinin şokunu atlatamamışken ikinci bir intihar haberi tüm duygu durumu alt üst etmişti. Bir çete falan mı vardı çevrelerinde, ikisinde kendi canına kıymıştı. Bunu mümkün kılan ne olabilirdi? Batu daha 22 yaşında gencecik bir delikanlıydı. Annesinin masmavi gözlerinden dökülen yaşları, tabunun içinde camiye gelişini, mezarına konurken bembeyaz kefen içinde bebeksi yüzünü, babasının kendisini kaybedişini hiç unutamayacağım. Vesikalık resmini yakama iğneleyip son yolculuğuna uğurladıktan sonra cüzdanıma koydum arada görüp ah Batu diyorum. Neden?

  Çok uzun süredir bu konuyu araştırıyor fakat yazmaya bir türlü cesaret edemedim. Araştırma sebebim tamamen iki arkadaşımın bu yolu tercih etmesiydi. Onları çok özlüyorum. Hatıralarımız bu kadar canlıyken hala inanmak istemiyorum. ''Çok ciddi bir konu kimseyi etkilemek istemiyorum ve kesinlikle sorumluluk almıyorum.''

İntihar Nedir?



   Bir insanın nasıl olup da canına kıydığı ya da kıymaya yeltendiği merak ve hayret konusu olmuştur. Tarih boyunca intihar edenlere " akıl hastası " gözüyle bakılmıştır. Bütün dini inanışlar intiharı kabul etmemiş, büyük günahlardan biri olarak görmüşlerdir. Psikologlar, psikiyatrlar ve sosyal bilimciler intiharla ilgili sayısız teoriler üretmişlerdir. Birçok ülkede intihar önleme ve psikolojik krizlere müdahale merkezleri kurulmuştur. İntihar kavramını farklı açıklayanlar olmuştur. İntihar; bir insanın tercihi olarak ani bir kriz, travma sonucu ya da psikolojik bir hastalığın etkisiyle canına kıyma eylemidir. Bireyler toplumsal yaşam içerisinde veya psikiyatrik hastalıklarda yoğun kaygı ve stres yaşarlar.

İntihar Tanımı


   Telaffuzunun bile çok zor olduğu intihar olayı, kişinin kendi kendini kasıtlı olarak öldürme eylemi olarak açıklanmaktadır. İntihar ya da özkıyım olarak literatüre geçmiş olan bu kelime aslında bir protesto veya bireyleri ya da toplumu cezalandırma eylemidir. Devlete, topluma, dine, yerleşik kültüre, sisteme, aileye karşı bir protestodur. Toplumsal sorunları benliğinde duyan insanların bireysel çıkış noktası olarak gördüğü bir eylemdir. Kendisini toplumun bir parçası göremeyen bireylerin kendilerini toplumun dışına atma veya toplumu kendisinden mahrum bırakarak cezalandırma yöntemidir. Hangi sebeple ya da gerekçe ile olursa olsun hedefine ulaşmış bir intihar teşebbüsü gerek bireysel anlamda gerekse toplumsal anlamda bir kayıp demektir.

   İntihar, tarihsel süreç içerisinde bir çok şekilde tanımlanmış, temelini Latince ’den alarak tüm dünyada tanınan suicide ismiyle İngilizce ’ye yerleşmiştir. “Ortaçağda Latince ’de sui homicido (cinayet) ya da sui ipisus homicidum (kişinin kendini öldürmesi) deyimleri kullanılırdı. Latin kökenli kelimelerden oluşmasına rağmen suicide (kendini öldürme) olarak İngilizceye geçen kelime ilk olarak 1662 yılında kullanılmıştır.” İntiharın Türkçedeki asıl karşılığı ‘kendini katletme’ olarak tabir edilir. İntihar, kelime olarak doğu kökenli edebi akımlar sonucunda Türkçeye girmiştir. Özkıyım ise daha çok tıbbi kaynaklarda görülse de Türk Dil Kurumu tarafından sözlük dışında bırakılan bir kelime olarak intiharı tanımlamaktadır.

   İntiharın tarihçesine bakıldığında oldukça eski bir olgu olduğu görülmektedir. Bilimsel olarak ele alınıp inceleyen  Emile Durkheim'in intihar konusunda yaptığı araştırmanın üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmiştir. Günümüze değin çeşitli branşlarda intihar olayı ele alınmış, sebepleri sonuçları, önleme veya azaltma tedbirleri üzerinde durulmuştur. “İntihar ile ilgili elimizde bulunan en eski yazılı kaynak Mısırlılar döneminden kalma bir yapıttır. Mısırlılara ait olduğu bilinen bu yapıtta hayatın farklı sorunlarından dolayı bıkmış bir kimsenin intihar düşünceleri yer almaktadır.” Tarihte ölüm kalitesini amaçlayan, başvuru yapan herkese huzurlu ve rahat bir ölümü sunduğunu vaat eden kuruluşların varlığı bilinse de halen dünyada ötenazi uygulayan ülkeler vardır. Ötenazi ümitsiz hastaların ilaçla yaşamlarına son verme durumudur. Yaşama şansı olmayan bireylerin istekleri doğrultusunda ilaçla yaşamına son verilmesini istemesi bir çeşit intihardır. İntihar eden bireylere bakıldığında temelde yatan etkenler inanç eksikliği, sapık inançların ve düşüncenin intiharı teşvik etmesi, psikolojik etkenler, psikiyatrik bozukluklar, ekonomik krizler, toplumun baskısı ve bireyin yalnızlaşması vardır.

   Ülkemizde ve dünyada intihar tanımları yaklaşım ve bakış açılarının farklılıkları nedeniyle çeşitlilikler göstermektedir. “Ziyalar'a göre; intihar kişinin kendine yönelttiği şiddetli bir saldırganlık halidir. Herpert'e göre; intihar davranışına yol açan en önemli faktör, tolere edilemeyen gerilimden kurtulma isteğidir. Arkun'a göre, intihar düşüncesi, girişimi ve eylemi bütün canlılarda var olan yaşam içgüdüsüne karşıt bir durum olarak görülmektedir ve intihar, hayatına son vermeye karar veren kişinin en etkili yöntemi seçip, kimsenin müdahalesine izin vermeyecek şekilde kendini öldürmesidir. Hala yaşıyor ise, bu bir intihar girişimidir. Freud’da intiharı, kişinin kendi kendine yönelttiği saldırganlık olarak ifade etmektedir. Freud bu tanımı ölüm içgüdüsü ile açıklamaktadır. Yörükoğlu, intiharı; ‘Çaresiz kalan kişinin sorunlarından ümitsiz bir kaçışı’ olarak tanımlamaktadır.” İntihar temel anlamda kişinin kendisini intihara götüren gerilimlerle baş edememesi durumuna karşı gösterdiği bir tepkidir. Gerilim nedenleri ile mücadele etme gücünü kendisinde bulamaması sonucunda ortaya çıkan öfkesini kendine yönlendirmesidir. Yaşayan her bireyde ölüm duygusu yer alır ve bu duygu ölüm sonrasındaki belirsizlik nedeniyle korku halini alır. Ölüm korkusu bireyde gerginlik oluşturan bir faktördür ve bu korkunun derinleşmesi bir an önce sonuca ulaşma fikrini doğurmaktadır. İntiharın ne kadar kapsamlı bir olgu ve davranış olduğunu anlayabilmek için tanım farklılıklarına bakmak bile yeterli olacaktır. Bu karmaşık yapının tanımlanması veya bir kalıp içerisine alınması oldukça güç bir durumdur. 

   Schilder farklı yaklaşımlar içerisinde intiharı tanımlarken ana çıkış noktası olarak intiharın nedenlerinden öfke ve çaresizliği temel alıp tanımlamayı şu şekilde yapmıştır: “İntihar, bir diğer insana yöneltilmek istenen kızgınlığın kişinin kendi üzerine çevrilmesinin yanı sıra, sevgisini esirgeyen bir insanı cezalandırma veya onunla bir tür barış yapma isteğinin ve aynı zamanda, baş edilemeyen güçlüklerden kaçışın anlatımıdır.”  Toplumsal açıdan bir değerlendirme yapıldığında esas olarak bir intiharın nedenlerini de kapsayan bu tanımlama geniş bir bütünleyici özelliktedir. Kişinin yaşamı boyunca karşısına çıkan problemler bireyin kendisinden ya da çevresinden kaynaklanabilmektedir. Sorunlar karşısında çaresiz kalan, baş etme yeteneğini kaybetmiş, içe dönmüş, özgüveninden uzaklaşmış, çekingen ve umutsuzluk içine düşen bireyin içinde bulunduğu durumu değerlendirecek gücünü kaybettiği görülmektedir. Kendisini çaresizlik içinde hissetmekte ve öfkesini dışa vuramadığı için kendine yöneltmektedir. “Bireyin intihara kalkışması, hem kendini cezalandırma, hem de bu duruma düşmesine neden olanlardan bir öç alma davranışıdır.”  Nitekim bir çok tanımlama Schilder’in tanımlamasına çok yakınlık göstermektedir.
 
   Psikologların içsel yaklaşımları esas alarak yapmış olduğu tanımlamaları reddederek intiharı sosyolojik açıdan değerlendirerek tanımlayanlar da olmuştur. Sosyologlar, intihar oranlarının toplumlar arasında farklılıklar göstermesinin nedeni olarak toplumsal yapılardaki ve toplumsal eğilimlerdeki değişiklikler olarak görmektedirler. İntiharın oluşumunda toplumsal eğilimlerin rolü oldukça güçlüdür. Durkheim bu konuda açıklayıcı bilgiler sunmuştur. “Her toplumsal grup kollektif, kendine özgü davranma eğilimindedir. O toplum aracılığıyla işleyen bencillik, özgecilik veya anomi eğilimlerini yaratır. Tüm toplumsal bedenin bu eğilimleri, bireyleri etkileyerek, onların intihar girişiminde bulunmalarına yol açar.” Bu tanımlama da göstermektedir ki, intihar konusunun kapsadığı nedensellik daha geniş bir çerçevede ele alınmalıdır. İntiharı sadece birkaç kalıp içerisinde ele almak yanlış beklentilere ve önlenemez intihar vakalarına neden olacaktır.
 
   Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre ise intihar şu şekilde tanımlanmıştır: Bir kimsenin toplumsal ve ruhsal nedenlerin etkisi ile kendi hayatına son vermesidir. İntihar, insanın kendine yönelttiği bir şiddet biçimidir. Bireyin başkasına yöneltmek istemediği öfke, kaygı ve korkularını kendisine çevirip, yaşamını sonlandırma isteğine intihar denir. İntiharlar aslında altında bireyin çevresine vermek istediği mesajlar içerir ‘Çıkış yolu bırakmadınız. Ben de bu yolla sizi cezalandırıyorum’. Bundan dolayı bireyin etrafındaki yakınları intihara direkt neden oldukları düşüncesiyle suçluluk duyarlar.

   İntihar kişinin çaresizliğinden doğar. Her intihar olayı sadece intihar eden için değil, toplumun bütünü için bir kayıptır. Herkes bu kaybın acısını kendi içinde duymalıdır. Neden bu kişiye yardım edemediğini sorgulamalıdır. İntihar tek bir faktörden olmadığı gibi, tek bir kişinin intiharı da değildir. Toplumsal değerlerin ve anlamın kaybıdır. Bir kişinin intiharından bütün toplum sorumludur. Buna bir neden bulup rahatlamak, geride kalanlar için büyük hatadır.

   İntihar, nedenlerinden ayrı, sadece sonuçları ele alınarak tanımlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü de sonuçlarına göre intiharı iki grupta tanımlamış ve bunları; tamamlanmış intiharlar ve intihar girişimleri şeklinde adlandırmıştır. “Ölümle sonuçlanan intiharlar tamamlanmış intiharlardır. İntihar girişimleri ise ölümle sonuçlanmayan, bireyin kendini yok etmek, zarar vermek amacı ile gerçekleştirdiği eylem olup ölümle sonuçlanmayan tüm istemli girişimlerdir.” Sadece sonuç merkezli yapılan bu tanımlamalar intihar gerçeğinin nedenleriyle yüzleşmekten uzak kalmıştır.
   Dünya Sağlık Örgütü’nün yapmış olduğu sonuçsa tanımlamalara benzer bir tanımlama şekli ortaya atmış gibi görünse de aslında bu tanımlamalar içerisinde yer verdiği bir kısım ile intihar teşebbüsü öncesini de kapsayıcı özellik taşımaktadır. “Uluslararası Ruh Sağlığı Enstitüsü intiharı üç başlık altında sınıflamaktadır.

Tamamlanmış İntihar:
   Birey içindeki saldırganlık içgüdülerinin etkisi ile ölümü aramaktadır. Bu tür intiharlarda daha çok mazohistik bir yan vardır. İntihar ölümle sonuçlanmaktadır.

İntihar Girişimi:
   Yaşamı tehdit edici olan ve bireyin kendisine yönelen her hareketi kapsayan intihar girişimleri ölümle sonuçlanmamaktadır.

İntihar Fikri:
   Bireyin yaşamına son vermek için, çeşitli girişimlerde bulunacağına dair ipuçları vermektedir.” İntihar fikri oluşmuş bireylerin tespiti için yapılabilecek çalışmalar, bu tanımlamanın son kısmının ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkaracaktır. Düşünce aşamasındaki bir intihar, önlenebilme şansının en yüksek olduğu aşamadadır. Bu aşamada önlem alınmaması birey ve toplum için telafi edilmesi zor sonuçlar doğuracaktır.
 
   İntiharın nedensel, yöntemsel veya sonuçsal olarak farklı etmenlerin bir araya getirdiği bir davranış olması tüm etmenleri kapsayan bir tanımlama yapılmasını engellemektedir. “Bugünkü tıbbi görüşlere göre intihar bir hastalık değil, bir semptomdur ve diğer semptomlar gibi farklı hastalıklarda ortaya çıkabilir. İntihar, karşılanmamış ihtiyaçlarla, umutsuzluk ve çaresizlik duygularıyla, yaşam ve dayanılmaz stres arasındaki çatışma veya ambivalansla, kişinin kendi çıkış yollarını tükenmiş olarak algılamasıyla ve kaçış isteğiyle ilgili görünmektedir.” Daha önceki tanımlamaların değerlendirilmesi ile yeni ve geniş kapsamlı, intiharı her boyutu ile ele alan bir tanımlamaya ihtiyaç duyulmuştur. İntiharın birçok boyutunu ele alan tanımlamalar günümüzde halen geçerliliğini korumaktadır.

 

İntihara Neden Olan Olaylar

  1. Bireyin, anne baba ya da kendisi için çok önemli bir kişi tarafından reddedilme ya da terk edilme duygusunu yaşaması ve bu duyguyla baş edememesi,
  2. Çocuk ve genç öz beğeni sorunları yaratan, ailevi problemlerle oluşan iletişim eksikliği, 
  3. Kişinin yaşam güçlükleri karşısında yalnız bırakılması, hissettiği kaygı ve güvensizlikleri bir başına yaşamak zorunda kalması, 
  4. Ailede birlik ve bütünlüğün ya kısmen bulunması, ya sınırlı olması ya da hiç bulunmaması,
  5. Anlayışsız ve düşmanca ana baba tutumlarına maruz kalınması,
  6. Ailede intihar edenlerin bulunması, depresyon,
  7. Alkol ya da diğer maddelerin aşırı kullanımı,
  8. Bir aile üyesinin ya da çok yakın birinin kaybı, sevilen ölmüş bir kişiyle tekrar birleşme arzusu,
  9. Yaşam ya da sağlıkta ortaya çıkan ya da çıkması beklenen olumsuz olarak algılanan değişiklikler,
  10. Uzun süreli ölümcül hastalık,
  11. Kişinin cinsel kimlik sorunu yaşıyor olması,
  12. Yakın zamanda bitmiş çok yakın bir ilişki,
  13. Gerçek ya da hayali, fiziksel ya da duygusal bir terkedilmenin öcünü almayı isteme,
  14. Kişinin tamir edilemeyecek bir hatanın kefaretini bu şekilde ödeyeceğini düşünmesi,
  15. Büyük zorlamalar getiren yaşantılar,
  16. Özellikle gençlik intiharlarında silahların kolay ulaşılabilir olması, intiharı romantik, mistik bir eylem olarak yücelten film, kitap ya da müzikler,
  17. Bir intihara şahit olmak, kişinin kendini ölen kişiyle özdeşleştirmesi ya da medyanın o kişiye övgüler yağdırması,
  18. Çete ve şiddet olaylarına karışma,
  19. Bilinmeyen nedenler. 
   Tüm bu olası nedenleri bir kaç başlık altında özetleyecek olursak;
  1. Biyolojik ve genetik,
  2. Psikolojik ve sosyal,
  3. Sosyo-demografik nedenler,
  4. Fiziksel hastalıklar,
  5. Psikiyatrik bozukluklar
 

 Biyolojik Nedenler

 
 
   Bireyin intiharına neden olacak biyolojik nedenlerin en önemlisi beden yapısıdır. Aşırı şişmanlık ya da zayıflık, bedensel özürlülük durumu, vücudun hormon düzeyindeki değişimlerin olduğu zamanlar sayılabilir.

   Aşırı şişman ya da zayıf kişilerin çevresindekiler tarafından alay konusu olması kişinin intiharına zemin hazırlamaktadır. Bu alaycı tavırları bertaraf edemeyen birey öncelikle zayıflamak ya da kilo alımı için çabalar göstermekte, başarısızlıkla sonuçlanan girişimleri neticesinde intihar yolunu tercih etmektedir. ”Aşırı şişmanların da, zayıflar gibi, normal ağırlıklı kişilere göre daha çok intihar ettiğini ortaya çıkarmıştır. Bu tür kişilerde intihar oranının yüksek olmasını ise, toplumun bu tip kişilere karşı takındığı alaycı tavırlarda aramak daha gerçekçi olacaktır. Çevreden gelen alaycı ya da acıyıcı tavırlar özürlü bireyleri en çok rencide edici durumdur. Birey bu durumla baş etmek için kendisini evine hapsetmekte ve neticesinde yalnızlaşmaktadır. Yalnızlığın vermiş olduğu buhran kişinin intihar tercihini tetiklemektedir.

 

Genetik Nedenler

 

    İnsanların hayatlarındaki birçok özellikleri genetik kodlamalar ile üst kuşaklarından bireye aktarılmaktadır. Bu kodlamalar içerisinde genetik yapısındaki hatalar da kişilere geçen hastalıklar olarak bireye naklolmaktadır. “Psikiyatrik bozukluklarda olduğu gibi, intihar davranışında da ailesel yatkınlık söz konusudur.” Ailesel yatkınlığın intihar üzerindeki etkiyi ikizler, evlatlıklar gibi ayrıştırıcı gruplar üzerinde çalışmalar yapılmış ve kuvvetli verilerle ailesel yatkınlığın önemine dikkat çekilmiştir. İntiharın nesilden nesile aktarılan genetik bir hastalık olup olmadığı araştırmacıların önemle üzerinde durduğu bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

   İntiharın genetik kodlamalarla bireye geçen hastalıkların bir komplikasyonu mu yoksa intiharın kendisinin mi bir hastalık olduğu bilim araştırmacılarını ikilemler içerisine sürüklemiştir. Bireyin genetik kodlarında yer alan yatkınlık konusunda ciddi kanıtları elinde tutan araştırmacılar genetik nedenlerin diğer etkenlerle karşılaştırmalarını yapmışlardır. “Bu konuda yapılan çalışmalar genetik etkenlerin rolünün, diğer psikiyatrik hastalıklar ve psikolojik stresörlere bağımlı olmaksızın   %30-50   arasında,   tek  yumurta   ikizlerinde   çift yumurta ikizlerine göre daha fazla olduğunu göstermektedir.” Yapılan araştırmalar göstermektedir ki bireylerin intihar eğilimleri genetik yapılarıyla yakından ilişkilidir.

 

Psikolojik Teoriler ve Nedenler

 
 
   İntihar nedensel açıdan incelendiğinde bilimin her alanından çok çeşitli sebepler bulunabilir. İntihar çok geniş bir bilimsel alanı kapsar. Nedensel açıdan değerlendirilemez durumdayken yapılan incelemeler bilimin her alanını kapsayan kompliman bir yapıya bürünmüştür. Freud’un, yıllar sonra yaptığı bireysel psikolojinin intihar üzerindeki etkilerini gösteren açıklaması birçok araştırmacının çalışmalarında yer almıştır. “Zalim ya da katı süper egonun egoyu  yaşamaya layık bulmayacak kadar aşağılaması ya da süper egonun baskısı altında kalan egonun, vaktiyle ihtiyaçlarını karşılamayarak  kendisini sürekli engelleyen ebeveynin temsilcisi olan süper egoyu yok edişidir.” Bu açıklama bir tıp doktorunun, bir psikiyatrın bile geç fark edişlerini göstermektedir.

   Freud’un fikirlerini yıllarca savunan ve etkisinde çalışmalar yapan dönemin en önemli psikiyatrları intiharı yapıcı ve yıkıcı dürtüler çerçevesinde değerlendirmiştir. Ünlü psikiyatrların fikirlerinden etkilenerek intiharın tek bir süreçten oluşmadığını savunan fikirler de mevcuttur. Saldırgan tutumlarını içsel çabaları ve baş etme yöntemleri ile bastıramayan, dışa vuramayan bireyin bu tutumunun kendine dönmesi olarak tanımlama yapan Meninger intiharın akut bir olgudan çok devamlılık gösteren bir olgu olduğunu savunmuştur. “Meninger’e göre özkıyım, süreğen özkıyım eğilimlerinin ileri bir aşamasıdır“. Zaman içerisinde intihar fikrinin kronikleşmesine bağlı olarak gelişen bu süreç intihar girişimi ile sonlanır.

   Tüm canlılar huzurlu ve sakin bir hayat arzusu içerisindedir. İnsanlar toplumsal yaşantı içerisinde sessiz alanları veya zamanları kaçış olarak görür. Canlılığın özünde gürültü ve karmaşa vardır. Bu insanın özüyle çatışan en önemli tezatlıktır. İntihar bu tezatlıktan kurtulma yoludur. Çünkü ölüm sonsuz sessizliğin, sonsuz uyumun ve karmaşadan sonsuza kadar uzaklaşmanın tek ve yegane yolu olarak görülmektedir. Dolayısıyla varoluşun aslı ile özleneni arasındaki farklılığın yaratmış olduğu stres ölüme gitme fikrini oluşturmaktadır. İntiharın nedenleri ile baş edebilen bireyler varoluşunun temelinde yatan yaşama içgüdüsünden hareketle varlığını idame ettirmeye çalışır. “Jung, yaşamanın yitirildiği duygusu içinde olan bireyin, bilinçdışı yeniden doğma isteğine bağlı olarak intihar ettiğini söyler.” Bu fikirler intiharın sadece kaçış olduğu durumlarda geçerlidir. İntiharın bir isyan, cezalandırma yaptırımlarını kapsamayan dar bir bakış açısıdır.

   İntiharın bir de merak tarafı vardır. Dünya yaşantısı içerisinde doyumsal noktaya ulaşmışlık, varoluş amacına ulaşılmışlık, yaşamın ötesindeki dinsel vaatlere olan meraklar bireyi yaşamaktan uzaklaştırmaktadır. “Varoluşçu psikoterapistlerden Victor E. Frankl’a göre; ‘eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır.’ Acı, yaşamın kader ve ölüm kadar, silinmez bir parçasıdır.”Bireylerin yaşamsal çabaları analiz edildiğinde intihar fikri ile baş edebilen bireylere bakıldığında hemen hemen hepsinin yaşama için bir sebebinin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bireyin varoluşuna aykırı bir boşluk içerisinde kalması intiharın temel sebebidir ve saldırganlık,madde bağımlılığı gibi faktörler esas etkeni harekete geçiren nedenlerdir. Bireyin yaşantısı içerisindeki inançsal boşluklar veya zayıflıklar kişiyi ruhi bir boşluğa itmektedir. Bu boşluktan kurtulma yolu olarak da intihar görülmektedir.
 
   Hayat içerisinde bireyin önemsenme ihtiyacı vardır. Toplum içerisinde önemli kişi olmanın saygınlık getireceği ve her zaman herkes tarafından anılır kişi olacağı fikri vardır. Bu ihtiyacını karşılayamayan bireyler de yaşama isteğinden uzaklaşma olur. “Yalom, intihar konusunu, insanın ölümle hayatla ilgisini irdeleyerek ele alır.” Yaşamayı anlamsız bulduğunu düşünen bir kişinin yaşamak ile anlamlandıramadığı varlığını, ölümü ile anlamlandırma çabası bireyi intihara yöneltmektedir. İnsan psikolojisi sağlıklı olduğu sürece intihara yönelim olmamaktadır. Ancak herhangi bir sebeple psikolojik sorunlar yaşayan kişi ölüme yönelim göstermektedir. 

   Bireylerin sosyal yaşantısı içerisinde karşılaşmış oldukları güçlüklerle baş etme yöntemleri veya bu güçlüklere karşı geliştirdikleri savunma mekanizmaları bireyin sağlıklı ruh halini etkilemekte hatta bozulmasına sebep olmaktadır. Ayrıca bireyin yüksek beklenti ve hedeflerine ulaşamama ya da ulaşmak için sarf ettikleri yoğun çaba da ruh halindeki bozulmaya sebep olmaktadır.  “Güvensiz, engellenmeye dayanma eşiği düşük, yasalara ve otoriteye karşı gelme eğiliminde olan, “hoşnutluk” ilkesine dayalı hayat süren, bağımlı kişiliğe sahip ve parçalanmış ailelerden gelmiş olanlar risk grubunu oluşturmaktadırlar.”Sürekli dış tehdit görülen güçlüklere karşı tetikte olma, büyük bir gerginlik ve sonrasında intihar düşüncesinin oluşmasına neden olmaktadır. “Yakında olmuş stres yaratan yaşam olayları, örneğin eşin ölümü veya iş kaybı, cezaevine düşmek, ciddi bir genel tıbbi hastalığa yakalanmak da (AIDS gibi)  intihar riskini arttırır.” Stres, kaynağı ne olursa olsun belirli bir düzeyin üzerine çıktığında bireyi risk gruplarının içerisine sokmaktadır.

   İntihar, aşırı derecede stres yüklenmiş kişinin stresle baş edememe durumu ya da o stres kaynağından kaçışıdır. İntihara yönelecek yani intihar düşüncesi oluşmuş birey normal yaşantısından farklı davranışlar göstererek çevresindekilere mesajlar vermektedir. Bireyin bu değişik davranışları kimi otoritelerce imdat çağrısı olarak kabul edilir ve bu değişimlerin tespit edilmesi durumunda bu olguyla baş edebilecek yöntemler hususunda alınacak yardımlarla intiharı önlemek olasıdır. Bu nedenle öncelikle intihar risk gruplarını belirlemek gerekir. 

Bunlar:
  1. İntihar geçmişi olanlar: Daha önceden intihar teşebbüsünde bulunanların büyük bir çoğunluğu daha sonraki hayatlarında bir veya birkaç kez daha intihar teşebbüsünde bulunmaktadırlar.
  2. Toplum içerisinde rolleri veya davranışsal verileri değişenler: Günlük yaşantısı içerisinde iş sahibi neşeli bir kişinin işini kaybetmesi karşılığında aniden içe kapanması ve sessiz bir birey haline gelmesidir.
  3. Umursamaz tavırları veya kişiliği değişenler: Tüm işlerini şansa bırakmak, ‘Olursa olur,olmazsa da çok önemli değil’ gibi tavırlar içerisinde olanlar.
  4. Depresif kişiler: Hayattan tamamıyla umudunu kesme, kendisini işe yaramaz hissetme, uyuma güçlükleri veya aşırı uyuma durumları, odaklanma güçlükleri, kendini toplumdan ayırma, yalnızlığa itme gibi davranışlar sergileyenler.
  5. Konuşarak fikrini beyan edenler: Aslında bir yardım çağrısı içeren sözlerle yaşamına son vereceğini ima edenler,şakaları içerisinde benzer amaçla dile getirenler. Özellikle bazı yaş gruplarında bu tip çağrılar önem arz etmektedir. Bu çağrılarına cevap alamayanlar ciddi intihar teşebbüslerinde bulunabilirler.
   “Yapılan çalışmalar intihar eden veya girişimde bulunan kişilerin dörtte üçünün niyetleri ile ilgili açık bir işaret verdiğini göstermektedir.” İntiharların bireyler tarafından mesaj bırakma yöntemi olarak kullanıldığı düşüncesi hiç yadsınılmayacak kadar geniş bir kitleye sahiptir.
 

 Sosyal Nedenler

 
 
   Bireyin sosyal yaşantısını belirleyen faktörlerdeki olumsuz değişimler intihar fikrinin oluşmasında etkin bir rol oynamaktadır. Bireyin ait olma duygusundaki zayıflamalar da ilginç bir şekilde intihar eğilimini artırmaktadır. Aile bağlarının zayıflaması ise ait olma hissini zayıflatmaktadır. Ait olma hissi bir dini gruba, bir aileye, milli değerlere bağlılıkla beslenmektedir. Ait olma ile intihar sayısı arasında ters orantı vardır. Ayrıca toplumsal yapısı kuvvetli ülkeler ile zayıf olan ülkeler arasında intihar oranlarında farklılıklar vardır. “Aile bağları zayıf ve toplumsal etkileşimin az olduğu kişilerde intihar olasılığı artmaktadır (egoistik intihar). Sosyal ve ekonomik krizlerde ise toplum içinde intihar oranları yükselmektedir (anomik intihar).” Sosyal ilgisizlik veya sosyal krizlerin intiharla olan ilişkisi her zaman dikkat çekmiştir. Bu nedenle en büyük sosyal krizlerden olan savaş durumlarında ordulardaki askerler için sosyolog ve  psikologlar görevlendirilmiştir. Toplumlardaki sosyal farklılıklar da intiharlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. “Ülkemizde de çocuk yaştaki evlilikler (çocuk gelinler), aile içi şiddet-kadına ve erkeğe dönük şiddet, aldatmalar intihara sebep olan sosyal olaylardır.” Evliliğini gerektiği zaman özgürce sonlandırabilen toplumlarda evlilik kaynaklı kadın intiharları, kadınların kendi kararlarını alamadığı, özgürce yaşayamadığı toplumlardaki kadın intiharlarına göre daha azdır. Baskıcı bir tutum sergileyen toplumlarda kadınların eşlerinden boşanması, kadının sonraki yaşantısında karşılaşacağı güçlükler nedeniyle imkansız bir hal almaktadır. Evliliğini sonlandıramayan kadınlar içinde bulunduğu durumdan ancak ölümle kurtulacağını düşünürler. Erkekler ise toplumun baskıcı yapısından çok etkilenmemektedirler. Ev dışındaki yaşantısı erkeğin streslerinden ve intihar nedenlerinden uzaklaşmasını sağlamaktadır. Toplumsal yapının daha sert olduğu durumlarda bireyler toplumun tepkisini de düşünerek intiharı içinde bulunduğu güçlükten kaçış olarak görmektedir.

   Ülkemizde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki toplumsal yapının yanlı ve tek taraflı tutumu bölgedeki kadınlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bu baskı altındaki kadın kurtuluş yolu olarak intiharı tercih etmektedir. “Diyarbakır’daki intiharlar üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına göre, bölge kadınlarının toplumsal cinsiyet ayrımına tabi tutuldukları, evlilik öncesinde baba baskısına, evlilik sonrasında ise koca baskısına maruz kaldıkları, çaresiz kalan kadının ise intihar etmekten başka çözüm yolu olmadığı görülmüştür.” Çok uzun zamanlardır alışılagelmiş ataerkil
toplumlarda bu tür durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Bu nedenle kişilerin eğitimi yoluyla toplumsal baskıyı kaldırma süreci zaman alıcı olacaktır. Toplumsal baskının bu denli güçlü rol alması araştırmacıların dikkatini çekmiş olsa da toplumsal yapının zayıf hatta umursamaz olduğu durumların da intiharla olan ilişkisi dikkat çekici olmuştur. “Folkman & Lazarus ve Bonner & Rich’e göre, intihar girişiminde bulunmuş olan kriz vak’aları ümitsizlik, kontrolü kaybetmiş bireyler olup, aynı zamanda kendilerini sosyal bakımdan yalnız hissetmektedirler.” Sosyal desteklerle bireylerin yalnızlık duygularının giderilmesi ya da azaltılması intihar fikrini törpüleyecektir. İntiharda bireysel ruh hali kadar toplumsal baskılar ya da umursamazlıklar, imdat çağrılarının dışa vurulamaması ya da çevreden fark edilmemesi de önemli yer tutmaktadır.

 

Sosyo-Demografik Nedenler



   Toplum içerisinde belirli bir statüye sahip kişilerde intihar eğilimi diğer bireylere oranla daha azdır. “Dünya üzerinde boşanmış ve yalnız yaşayan kişilerde özkıyım düşüncesi ve girişimi genel topluma oranla daha yüksek olarak görülmüştür.” Bireylerin toplum içerisinde ait olma durumları intihar olasılıklarını etkilemektedir. Herhangi bir konuma sahip olamayan bireylerin intihar olasılıkları artmaktadır. Sosyal statüsüzlük eşliğinde gelen maddi yetersizlikler ve işsizlik intihar nedenleri içerisinde ciddi bir orana sahiptir. “İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre işsizlerde özkıyım riski genel topluma göre 3 kat artmış olarak tespit edilmiştir. ” Maddi imkanların kısıtlandığı emeklilikte de intihar oranları artmaktadır. Toplum içerisinde çalışma hayatı boyunca belirli bir konuma sahip bireylerin çalışma hayatının sonlanması durumunda konumlarını kaybetmeleri bireylerde intihar olasılığını artırmaktadır. "Yaşlılık döneminde emeklilikle birlikte ekonomik ve sosyal statü kaybı, kısıtlı sosyal ilişkiler, sosyal destek azlığı yaşlılarda intihar ile ölümün önemli nedenlerindendir.”  Artan sağlık desteği ihtiyacına rağmen yeterince sağlık hizmeti alamamak ve bunun yanı sıra maddi gelirindeki azalmalara bağlı olarak yaşlılarda ‘işe yaramama’ fikri intihara giden yolların önünü açmaktadır.

   Yapılan araştırmalar ve istatistiki incelemeler sonucunda bireylerde ekonomik sıkıntılardan kaynaklı özkıyım ihtimalinin daha yüksek olduğu gözlemlenmektedir. Eğitim düzeyi yüksek olan bireylerin intihar eğilimlerinin eğitimsizlere göre daha düşük olduğu tespit edilmiştir. “Eğitim kişiye maddi ve manevi birçok yönden kazanımlar sağlamakla birlikte hayatta karşılaşılan sorunlarla baş edilmesi ve çözüm yolları aranmasında da çok etkilidir.” Artan eğitim seviyesi bireylere sosyal bir statü sağladığı gibi bu statünün getirmiş olduğu maddi imkanları ve sosyal hayatı da sağlamaktadır. Sosyal hayatın varlığı ve canlılığı kişinin sorunlarını çözme konusunda en büyük destek olan sosyal desteği bulması anlamı taşımaktadır. Sosyal destek ne kadar kuvvetli olursa intihardan uzaklaşmak da o kadar kolaylaşır. Eğitim düzeyinin direk intihar eğilimlerini etkilediği gerçeği eğitime verilmesi gereken önemi göstermektedir. Eğitimin bireylere kazandırdığı ekonomik özgürlük de intihar eğilimini azaltmaktadır. “Bireyin kendi ekonomik bağımsızlığının olmaması ve başka bireylere bağımlı olarak yaşamasının kişilerde özkıyım oranını yükseltmektedir.” İşsizlik veya maddi gelirin kısıtlandığı hastalık ya da emeklilik gibi durumların oranlarındaki artışlar toplum içerisindeki intihar eğilimlerini artırmakta, risk gruplarını genişletmektedir.

                                          

Yaş 

 
 
   TUİK verileri incelendiğinde son yıllarda intihar olaylarındaki artış, intihardaki yaş ortalamasının da düşmesine neden olmuştur. Bundan dolayıdır ki bu konuyla ilgili birçok araştırmacı ve akademisyen araştırmalar yaparak intiharlar ile yaş grupları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak istemişlerdir.  Genel olarak çalışmalarda 3 yaş grubu ele alınmıştır. Bunlar çocuk intiharları,  gençlik (ergen) intiharları ve yaşlılık intiharlarıdır. Bunları sırasıyla inceleyelim.

   15 yaş altı intiharlar (çocuk intiharları) üzerine araştırmalar veri yetersizliği ve tüm intiharlar için geçerli olan yöntem sorununun yani bilgilendirmenin sağlıklı olarak adli kayıtlara geçirilmemesinden kaynaklı veri sorunu yaşanmaktadır.  “Çocuk yaş grubundaki bir ölümün intihar olup olmadığının anlaşılması veya kaza ile intiharı birbirinden ayırmak çok zor gözükmektedir.” Çocuk intiharlarının tespiti için çocuğun ailesel durumları, aileden veya arkadaşlarından, öğretmenlerinden alınacak bilgiler önem arz etmektedir.

   Küçük yaşlarda gerçekleşen intiharların nedenleri masumca duygular olabileceği gibi şiddet ve öfke içeren duygular da olabilir. “Çocukların intihar girişiminde bulunmasının başlıca nedenleri ise; kaybettikleri, çok sevdikleri bir objeye kavuşma özlemi (anne-baba gibi), ölümü anlama isteği ve çabası, başkalarını korkutma ve cezalandırma isteği, bir yardım çağrısı olarak intihar girişiminde bulunma ya da öfkenin suçluluk ve depresyon şeklinde içe atılmasından kaynaklanmaktadır.” Ailelerin ilgisizlikleri bu intiharların tetikleyicisi durumundadır. Aile tarafından çocuktaki değişimin fark edilememesi, aile içi iletişim eksikliği, çocuğun normal davranışlarının tespit edilmemiş olması bu değişimin fark edilememesi anlamına gelmektedir.

   Ailelerin çocukların istek ve gereksinimlerini önemsememesi, çocuğu bir birey olarak görmemesi doğumu ile birlikte bir çocuğun psikolojisini etkileyen faktörlerdir. “Elde edilen verilere göre intihar girişiminde bulunan en küçük çocuğun yaşı 3 olarak tespit edilmiştir. 3 yaşındaki bu çocuk bilinçli bir şekilde havagazını açarak küçük kardeşiyle birlikte canına kıymak istemiştir. Kurtarıldıktan sonra neden intihar etmek istediği sorulduğunda ise gezmeye götürülmediği için ölmek istediğini belirtmiştir.” Çocuk intiharları eylemi gerçekleştirebilecek yetiye sahip oldukları yaşlarda başlamaktadır. İntihar girişiminde bulunan çocuğun kurtarılması durumunda ailenin bunu saklayabileceği gibi çocuğun kendisi de korku ile saklama, kaza gibi gösterme yoluna yönelebilir. Bu nedenle çocuklarda kaza-intihar ayrıştırılması sağlıklı yapılamamaktadır. “Dolayısıyla literatür gözden geçirildiğinde çocuklarda intihar ve intihar  girişimlerinin çok düşük seviyede olduğu görülmektedir.” Çocukluğun gelişmekte olan ruhsal yapısının intiharı algılayamaması, ailede bir yerinin olması, kendisinin aile tarafından değerli hissettirilmesi çocukluk dönemindeki intiharları azaltmaktadır. Çocukluk yaş grubundaki az sayıdaki intihar, olası riskleri göz ardı etmeyi gerektirmez. Özellikle ergenliğe geçiş sürecinde değişen fiziki yapı ve hormonal dengesizliklere ek olarak ailenin ilgisizliği çocuğu intihara sürükleyebilir. Bu dönem çocukluk dönemi intiharlarının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ergenlik öncesi dönemlerde ailenin geçiş sürecini destekleyici tedbirler alması ve çocukta oluşan değişimleri dikkatlice takip etmesi gerekmektedir.

   15-24 yaş grubu arası intiharlar (ergen intiharları) ülkemizde ve dünya genelinde en sık görülen intiharlardır. İntiharların bu yaşlarda artış göstermesinin en büyük nedenleri olarak bireyin kendini tanımaya başlaması, kimlik arayışı ve sosyalleşmeye başlamasıdır. Ülkemizde her yıl ergen intihar ortalaması 200-400 vaka civarındadır. “Bu intiharların %20’sini lise öğrencileri, %25’ini ise 14 yaş üzerindeki ergenlerdir. Ayrıca intihar girişimlerinin %30-35’inin 15-24 yaş grubu arasında yoğunlaştığı belirtilmektedir.” Ergenlik döneminin erken evresindeki hormon değişimleri, çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecindeki büyüdüğünü fark ettirme çabaları, arkadaşları arasında yer alma telaşı belirleyici faktörlerdendir. Lise öğrencilerinin özgürleşme çabaları, tahammülsüzlükler ve duygusal faktörler intihar nedenlerindendir. 

   Bireyin ergenlik dönemi hayatında biyolojik, psikolojik ve sosyal yönden büyük değişimleri yaşayacağı önemli bir dönemdir. Bu dönem sosyal çatışmaların sık yaşandığı, sosyal etkileşimlerin bir baskı olarak algılanabildiği bir dönemdir. Sayar ve Bozkır’a gore; “Dolayısıyla böyle bir durumda ergen birey olaylar karşısında yılgınlığa düşebilmekte ve kaçış yolu olarak da intihara başvurabilmektedir.” Çocukluktan çıkış dönemi bireyin hayatının en karmaşık dönemidir. Bu dönem en buhranlı süreç olarak yanlış kararlara yönelme tehditi içerir.

   Konunun başlangıçında da belirtildiği üzere ergen intiharlarının nedenleri temel olarak çocukluk dönemlerindeki sevgi yoksunluğu, aile baskısı, horlanması, reddedilmesi ve sevilmemesi gibi faktörlerdir. Bu nedenlerden dolayı bireyin mutsuz ve karamsarlığa sürüklenip intihara eğilimli olması mümkün gözükmektedir. “Ergenlerde intihar davranışının ortaya çıkmasına neden olan bir başka etken ise umutsuzluktur. Umutsuzluğun ergen intiharlarına zemin hazırlayabileceği
belirtilmiştir.” Ergen bu umutsuzluklarını sıkça dile getirir aslında, ancak aile bunların sıradan şikayetler, memnuniyetsizlikler olarak algılarsa intiharı önleme şansını yitirir.

   Üçüncü ve son intihar grubu olarak yaşlı intiharları ele alındığında; “Dünya nüfusunda genç nüfusun hızla azaldığı ve buna paralel olarak da yaşlı nüfusun artmakta olduğu görülmektedir.” Nüfusun yaşlanmasına karşın dünya, teknolojik ve bilimsel anlamda birçok yenilenme göstermektedir. İleri yaşlarda insanın öğrenme yetisi, yeniliklere uyum yetisi düşer, bu uyumsuzluklar sorunları da beraberinde getirir. “Fakat tüm bunlara rağmen hızlı teknolojik gelişimle aynı oranda paralellik gösteremeyen toplumsal değişmeler yaşlı insanların birçok sorunla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.” Hızlı teknolojik yeniliklerin açıklayıcı ve öğretici yönlerinin olması, her yaş grubu tarafından anlaşılır terimler içeren broşürlerle sunulması bu sorunu önleyebilecek tedbirlerdir.

   Türkiye’ de yeni yüzyıla kadar yaşlı intiharlarının az sayıda görülmesinin nedeni ataerkil bir toplum olmasındandır. Son yıllarda Türk toplumunun bu yapısından uzaklaşması ve çekirdek ailenin tercih edilmesi nedeniyle yaşlı nüfusun huzur evlerinde ikamet ettirilmesi, yaşlı insanların kendilerini mutsuz ve işe yaramaz hissetmelerine ve intihara yönelmelerine neden olmaktadır. “Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine gore ülkemizde tam gün huzurevleri sayısı 297’e kapasitesi 24194 kişiye ve hali hazırda bu imkanlardan faydalanan sayısı 19596 kişidir. Yarı zamanlı gündüz bakım hizmetleri statüsünde ise bu sayı 1115 kişidir.” Yaşlı insanları yalnızlıktan kurtarılması huzurevleri ile sağlanamayacaktır. Yaşlıların işe yaramaz duruma düşürülmesi ya da ailede istenmeyen kişi konumuna sokulması onu intiharın kucağına bırakmakla eş anlamlıdır.

   Dünya üzerinde yaşam süreleri gün geçtikçe artırılmaya çalışılmaktadır. Verimli geçen dönemler sonucunda uzun süren emeklilik yılları bireyin kendini işe yaramaz hissetmesine neden olmaktadır. Tüm dünyada son yıllarda yaşlı intihar oranlarında ciddi artış gözlemlenmektedir. Bu oran Avrupa ülkelerinde diğer ülkelere oranla daha yüksek seyretmektedir. Refah seviyesi yüksek olan Avrupa’da bu oranın yüksek olmasının nedeni yalnızlık hissi ve üretken geçen yıllardan sonar gelen işe yaramamazlık hissi oluşturan emeklilik yıllarıdır. “Yaşlı intihar hızları en düşük ülkeler Türkiye, Yunanistan ve Şili’dir. 75 yaş ve üzeri erkek grubunda intihar hızı binde ikiyi geçmiş bulunan Macaristan yaşlı intiharlarında ilk sırada bulunmaktadır.” Yaşlı insanlara yönelik uğraş bulmak ve onların üretkenliklerinin durumlarına uygun uğraşlarla sağlanması günümüzde vazgeçilmez bir gereklilik olmaktadır.

 

Cinsiyet



   İntihar olgusu cinsiyete göre değişiklikler gösterir. İntihar nedenlerinin yanı sıra tercih edilen yöntem ve sonuç da farklılık gösterir. “Ülkemizde ve dünyada yapılan çalışmalara göre tamamlanmış özkıyım oranı erkeklerde daha yüksek olarak tespit edilmiş olup özkıyım girişimi ise kadınlarda erkeklere oranla daha yüksektir.” Erkekler tamamlanış intihar oranları kadınlardan daha fazlayken kadınların intihar teşebbüsleri erkeklerden daha fazladır. Kadın intihar teşebbüsleri baskıcı toplumlarda sık görülür hale gelmiştir. Kadınlarda intihar girişiminin fazla olması yaşamdan vazgeçmek olmadığını ancak bireyin o an yaşadığı stresin topluma ifade edilmesi için bir yol olarak kullanıldığını düşündürmektedir.

   İntihar olgusu çevresel etkilerin değişimine kayıtsız kalmamaktadır. Zaman içerisinde değişen çevresel etkiler erkek ve kadın intiharlarında farklı etkiye sahip olmuştur. “Geçmişe dönük 11 yıllık intihar olgularının % 61’i erkek, % 39’u kadındır. İntihar edenlerin çoğunluğunun erkek olması, Türkiye’de ve diğer ülkelerde yapılan bir çok çalışmanın ortak bulgusudur. Eğitim düzeyi artan erkeklerde intihar oranı artarken, eğitim düzeyi düşük olanların intihar oranları azalmaktadır. Eğitim düzeyi artan kadınlarda ise durum tam tersine bir seyir göstermektedir. Eğitim düzeyi ve buna bağlı sosyal yaşantısı artan kadınlarda intihar oranı azalmaktadır. Kişilerin çevresel etkilere farklı tepkiler vermesi kişinin öz benliğinde geliştirebildiği başetme ve savunma mekanizmalarıyla alakalıdır.
İngiltere Ulusal İstatistik Enstitüsü'nce yayımlanan rakamlara göre; “2011 yılında intihar edenlerin sayısının 2010 yılına göre 437 kişi artarak 6045’e çıktığını belirtmektedir. Cinsiyet dağılımına baktığımızda yine genelde olduğu gibi erkek intihar sayısı  4552 olarak kayıtlara geçmiştir.” Buradan da anlaşılacağı üzere erkekler kadınlara göre daha kesin ve etkili yöntemlerle intihara kalkışmakta ve intihar girişimleri ölümle sonuçlanmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi kadınların genelde intiharı topluma ve çevrelerine bir mesaj vermek amacıyla kullandıkları görülmektedir.
 
    İntihar olgusundaki cinsiyet faktörü yaş ile yakından ilişki içerisindedir. Yaş ile değişen ailesel değerler ve toplumsal tutum cinsiyetlere göre bireyler üzerinde farklılaşmaktadır. “İntihar girişimi olan kadınların büyük kısmı ergenlerdir. Kız ergenler aile içi problemlerle daha çok yüz yüze gelmekte ve daha çok etkilenmektedirler. Ayrıca kızların bağımsız olması, ayrışıp bireyselleşme süreci geciktirilmekte ve kızlarda iç çatışmaların artmasına yol açabilmektedir.” Yaşanılan çevredeki gözlemlerle ailesel tutumlar bireyde iç çatışmalara neden olmaktadır. Bu çatışmalarla bahşedemeyen birey intihara yönelmektedir.

 

 Irk 

 

   Kültürel yapılar ve ailesel tutumlar her toplumda farklılıklar gösterir. “Baba otoritesinin hâkim olduğu Müslüman ülkelerle, Çinlilerde ve Yahudilerde alkolizma derecesi düşüktür. Baba otoritesinin çok zayıf olduğu İrlanda, Amerika ve İsveç’te alkolizma ve bunun sebebiyet verdiği intiharlar fazla olmaktadır.” Dolaylı olarak otoriter aile yapısı intiharı engellemektedir. Toplumsal baskının ve aile tutumunun sert olduğu toplumlar nedensel olarak intiharı belirli açılardan engellese de bu baskıların neden olduğu intiharların sayısı da bir hayli fazladır.

   İntihar olgusu kültür ve aile tutumlarının yanı sıra bedensel ve ruhsal farklılıklar içeren ırklarla da ilgilidir. “Yapılan çalışmada tamamlanmış özkıyımlarda beyaz erkek ve kadınlardaki oran siyah ırka göre daha yüksek görülmüştür.” Beyaz ırkın bedensel, hormonal ve ruhi yapısının intihara daha çok eğilim içerisinde olduğunu söylemek bu araştırmalar ışığında çokta yanlış olmayacaktır. Siyah ırkın yaşamdan beklentileri, hayattan zevk alma gibi farklılık gösteren durumları bedensel ve ruhsal yapısını etkileyen hormonal yapı ile yakından ilişkilidir. Bu nedenlerle siyah ırkın intihar oranı daha düşüktür.

   Yapılan araştırmalar yaşantısal faktörlerin yanı sıra bireylere karşı tutumlar açısından toplumlar arasındaki farklılıkları da göstermektedir. “Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılmış araştırmalarda Afrika kökenli Amerikalılarda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük intihar oranları saptanmış, Asyalı ve beyaz olmak bir intihar risk faktörü olarak kabul edilmiştir.” Amerika Birleşik Devletleri’ndeki intihar oranları da göstermektedir ki intihar oranlarında çok ciddi ırklara göre farklılıklar vardır. Beyaz ırkın intihar oranları siyah ırkın intihar oranlarından kat kat fazladır. Ayrıca beyaz ırkın erkek nüfusunun intihar oranı beyaz kadın nüfusunun intihar oranının üç katı olarak araştırmalarla tespit edilmiştir. Siyah ırkın intihar oranı tüm Amerika Birleşik Devletleri’ndeki intiharların % 10’unu bile kapsamamaktadır.
 
   Dünya üzerinde aynı coğrafya üzerinde yaşayan ve birbirlerine yakın ırka sahip toplumlarda kültürel ve toplumsal etkilere bağlı olarak farklılık göstermektedir. Yine aynı toplumlarda farklı yaşlardaki araştırmalar değişik yaş gruplarında bu sıralamaların farklılıklar gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalar da göstermektedir ki intihar sadece bir veya birkaç kategoride sınıflandırılamayacak kadar komplike bir durumdur. Toplumların farklı yaş gruplarındaki bu değişiklikler toplumun risk teşkil eden gruplara karşı yaklaşımları ile yakından ilişkilidir.Yaşlı gruplara değer verip toplum içerisinde belli statülerde yer veren toplumlarda yaşlı intiharları az iken, genç nüfusa yönelik sosyal paylaşım ve etkinliklere yer veren toplumlarda genç intiharlar daha az görülmektedir.

    Birçok etnik kökenin birleşimi ile oluşan toplumlarda yapılan araştırmalar etnik kökenlere gore intihar oranlarını hesaplamış ve aralarında çok büyük farklar olduğunu tespit etmiştir. Başka bir coğrafyada doğup göç eden toplumların yeni yaşam alanlarına ve toplumlarına uyum sorunu yaşadığı ve bu gerekçe ile intihar oranı yerleştikleri toplumlara gore daha yüksek olduğu gibi doğduğu coğrafyada yaşayan kendi ırkından olanların intihar oranlarından da daha yüksek bir orana ulaştığı tespit edilmiştir. İntihar oranı çok düşük olan toplumların bireyleri, intihar oranı yüksek bir toplum içerisine yerleştirildiklerinde intihar oranlarının yükseldiği görülmüştür. Bu durum içinde bulundukları toplumu model aldıkları gerçeğini yansıtmaktadır. Farklı toplumlar içerisinde yaşamak zorunda kalan etnik gruplar uyum sürecinde psikolojik travmalara maruz kalmış, intihara yönelimleri artmıştır. Bu artış zamanla o grup içerisinde intiharı yaşamın bir parçası gibi kabullenmeyi getirmiştir. Bireyler toplum içerisinde her ne kadar kendilerine bir yer edinmiş olsalar da kendi genetik yapısı ile içsel çatışmasına devam etmiştir.

 

Evlilik

 
 
   Düzenli, mutlu ve rol paylaşımlarının doğru ve sürekli yapıldığı bir aile yapısı bireylerin duygusal ihtiyaçlarını karşılar durumdadır. Bu tür aile yaşantısı olmayan bireylerde intihar oranı yükselmektedir. “Aile bütünlüğünün değişkenleri, intihar potansiyelinin en etkili  belirleyicisidir. Rol kargaşası ile birlikte evlilik sorunları, aile bütünlüğünde bozulma  ya da tehditleri özellikle kadınlarda intihar riskini arttırmaktadır.”Ailede annelik rolünden öteye geçemeyen kadınların intihara daha eğilimli olduğu tespit edilmiştir. Bireyin duygusal boşluklar içerisinde savruluşu intihar fikrini oluşturmakta ve güçlendirmektedir.

   Aile bütünlüğü toplumlarda önemli bir unsurdur, bu bütünlüğün bozulması veya zarar görmesi ileride çıkmazlara neden olan mutsuz, umutsuz ve hayata küsmüş bireylerin oluşmasına ve bunlardan bazıları bu çıkmazları özkıyımla sona erdirebilecekleri yönünde duygulara kapılmaktadır. Bundan dolayıdır ki devletler aile problemlerini çözümlemek ve toplumsal yapının sağlam kalması adına en üst düzeyde bakanlıklar kurmuşlardır.

   Aile bütünlüğünün bozulması hem ebeveynleri hem de ailenin diğer fertlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Aile içi huzuru bozan ve aile bireylerinin her birinin ruhsal durumunu olumsuz etkileyen aile içi sorunlar, şiddet ve ayrılıklar bireyleri intihara yaklaştıran en önemli faktör olarak göze çarpmaktadır. “Ailesi ayrılmamış çocuklara göre, ayrılmış ailesi olan gençler daha fazla psikolojik sorun, okul ve davranış problemleri göstermektedir.” Ergenlik döneminin en güçlü intihar nedenlerinden birisi aile bütünlüğünün bozulmasıdır. Aile bütünlüğünün bozulması ebeveynler arasında da risk faktörünü artırmaktadır. Terk edilme, ayrı kalma duyguları ile baş edemeyen bireylerde ruhsal bunalımlar ve depresif haller görülmektedir. Terkedilmek ya da yalnız kalmak her canlıda var olan bir korkudur. Ancak insanlar bu duygusal yıkımlardan en çok etkilenen canlıdır. İntiharın insanlar açısından duygusal durum ile bu kadar yakından ilgili olmasının sebebi düşünme yeteneğidir. Düşünceleri ile duygusal yıkımı derinleştiren bir bireyde intihar fikrinin oluşması kaçınılmazdır.

   Aile bütünlüğü içerisinde rollerini yerine getirmenin vermiş olduğu duygusal doyum bireyi intihardan uzaklaştırmaktadır. Bir şekilde aile bütünlüğü bozulmuş bireyler üzerinde yapılmış ve intihar fikri olan bireylerin ölüm, boşanma ve ayrılma gibi gerekçelerle kendilerini yalnız hissettikleri ve yaşama umudundan uzaklaştıkları tespit edilmiştir. “Adam’ın intihar girişiminde bulunan üniversite öğrencileri ile yürüttüğü kapsamlı bir çalışmada kontrol grubuna göre girişimi olan gençlerin yaşamlarında parçalanmış ailelerin varlığı oran olarak yüksek bulunmuştur.” Ebeveynlerini çeşitli nedenlerle kaybeden ya da aile bütünlüğünün bozulması nedeniyle ebeveynlerinin birisinden uzakta kalma zorunluluğu bireyde psikolojik bir iz olarak hayatı boyunca kalacaktır. Bu travma ileriki yaşantısında ortaya çıkacaktır.

   Aile bütünlüğünün bozulması ile bireyin üzerindeki aile otoritesi kalkmıştır. Bu bireylerde alkol ve uyuşturucu madde kullanımına yönelim söz konusudur. “Havvton ailenin önemini vurgulamış ve intihar girişimlerinin çoğunlukla dağılmış, ruhsal sorun ve alkolizmin olduğu ailelerden geldiğini, girişimlerin sıklıkla ana-baba ya da arkadaşla sürtüşmenin ardından olduğunu vurgulamıştır. Hastanın güçlüklerinin merkezi genellikle babadır. Garfinkel ve arkadaşları incelediği 505 çocuk ve ergen intihar girişiminin kendilerinde ve ailelerinde kontrollerden daha çok alkol ve madde kullanımı olduğunu belirtmiştir.” Alkol ve uyuşturucu maddelerin kullanımına bağlı intiharlar parçalanmış aile üyelerinde sıkça rastlanılır bir durumdur.

   Evlilik hayatının devam ediyor olması illaki mutlu ebeveynler ve sorunsuz bireyler anlamı taşımaz. Evliliğin devamından ziyade ailenin ruhsal durumu çok önemlidir. “Bir kayıp yaşansın ya da yaşanmasın intihar davranışı gösteren gençler bozuk aile ortamlarından gelmektedir. Depresif ve etrafı ile çatışma içerisinde olan bireylerin mutsuz bir aile yapısının olduğu veya parçalanmış bir ailelerinin olduğu tespit edilmiştir. Bunların büyük bir çoğunluğu ya intihar teşebbüsünde bulunmuş ya da intihar fikri taşıyan bireylerdir. Aile içi sorunların yol açtığı mutsuzlukların yanı sıra aile içinde kronik hastalığı bulunan bireylerin, alkol kullanımı olan bireylerin varlığı da ailenin diğer üyeleri üzerinde olumsuzluklar oluşturmakta, mutsuzluğun gizli nedenleri olarak tespit edilmektedir. Ebeveynlerin birbirleri ile uyumları çocuk yetiştirme konusundaki tutumları sorunsuz birey yetiştirme konusunda etkin rol almaktadır.

   İntihar konusunda hep evlenmiş ama sorun yaşanmış ya da aile bütünlüğü bozulmuş bireylerden bahsedildi ancak bir de intihar grupları içerisinde hiç evlenmemiş bireyler vardır. Bu grup için de araştırmalar yapılmış, ruhsal açıdan değerlendirilmişlerdir. “Boşanmış, bekar, 24-35 yaş grubundaki kadınların çoğunda intihar girişimi tespit edilmiş olup; 30-40 yaşlarındaki, bekar erkeklerde intihar girişiminde artış belirlenmiştir. Evli çiftlerde intihar oranı, evlilik ilişkisi bozulunca hızla yükselmektedir. Evlilik, sevmek ve sevilmek duygusunun doyumudur. Bu doyumu yaşayamamış kişilerde, platonik duyguların getirmiş olduğu yıkımları yaşamış kişilerde psikolojik travmalar tespit edilmiş ve bu kişilerin evlenenlere göre daha fazla intihar fikrine sahip olduğu görülmüştür. “Türkiye’deki araştırmalarda, intihar girişimlerinin bekarlarda evlilere göre daha çok görüldüğü bildirilmiştir. Toplum içerisinde yadsınmayan aile içi sorunların alışılagelmiş durumu evlilikteki intiharların oranını düşürmektedir. Evlilik öncesi dönemlerde baskı altındaki kadınların intihar oranları evli kadınlara göre daha yüksektir. Yine erkeklerin istediği kişiyle evlenememesi intihar riskini artırıcı etki göstermektedir. İntihar daha çok duygusal durumlarla alakalı olmasından dolayı kendi içerisinde bile tezatlıklar yaratan bir olgudur. Hiç evlenmemiş kişilerde görülen intihar sayıları evlenenlere göre yüksekken, evlenen kişilerin de intihar sayıları bir hayli fazladır. Bu yüzden intihar değerlendirilirken nedensel faktörler çok büyük önem arz etmektedir. Nedeni tespit edilememiş bir intiharı hangi açıdan değerlendirilirse değerlendirilsin doğru sonuca ulaşılamaz.

Din

 
 
   İnsanların hayatlarını düzene sokma çabaları tüm tarihsel süreç içerisinde var olmuştur. Düzenli bir toplumsal yaşantı için kanunlar ve anayasalar hazırlamış ve uygulamışlardır. İnsanlar yaşamını devam ettirirken bir düzen ve devamlılık ihtiyacı hissederler. İçinde yaşadıkları durumu korumak ve geliştirmek insanların temel yaşam amaçlarındandır. Temel yaşamına gelen ani felaketler, yaşantısındaki düzen ve devamlılığı tehdit eden olaylar olarak algılanır. İnsanların karşılaştıkları bu olaylara karşı tedbirsizliği veya tahmin edilemeyecek sonuçlarla karşılaşılması, bireyin baş etme yeteneklerini aşan durumlar, stres yaratıcı özellik kazanır ve bireylerin alışılmış yaşamını tehdit eder bir hal alır. “İnsanın stresli durumdan ve olaydan kurtulmak için gösterdiği çabalar stresli durumla başa çıkma gayretleridir. Bu gayretler içerisinde dini nitelik taşıyan dua etme, ibadet etme vb. davranışları da gerçekleştirerek sorunu aşmaya çalışır.”Bireylerin içinde bulundukları sıkıntılarla baş etme yöntemlerinden birisi de inançsal değerlere yönelimdir.

   Bireylerin inançsal değerlerine yakınlığı hem sorunlarla baş etme aşamasında hem de sorunların nedenselleştirilmesi aşamasında bireye yardımcı olan bir unsurdur. Bireylerin herhangi bir dini inanışının olması sıkıntılar karşısında sığınabileceği, kendisine manevi destek sağlayacağı gizli bir dünya oluşturmaktadır. Din, inanç sahiplerinin olgunlaşmasına, sınandığı inancındaki bireyin her sıkıntının bu sınavın bir parçası olduğuna ve sonunda mükafatlandırılacağına inanmasına yol açmaktadır. Bu sebeple sıkıntılarla baş edemese bile bekleyip sonucunu görene kadar sabredecektir. Yapılan araştırmalara göre inanç sahibi bireylerin her sıkıntısından ders çıkardığını ve bu süreç içerisinde intihar fikrini hiç aklına dahi getirmediğini göstermektedir. Dinsel yardımcı araçların ve yol göstericilerin beyanları insanların sorunlarını çözmelerine yardımcı olduğu ve derin bir travma yaşamalarına engel olmaktadır. “Allah’ı devamlı kendisi ile birlikte düşünen insan daha az kaygı ve stres içinde olacak, beden ve ruh sağlığı açısından daha az şikayetçi olacaktır.” Din, bireyin alkol ve uyuşturucu madde kullanımını da sınırladığından bunlara bağlı intiharları da engellemektedir.
Bir dine mensup birey inandığı dinin vaatlerine ulaşabilmenin yolunun sıkıntıları aşmaktan geçtiğini düşünmektedir. “Din insana karşılaştığı sıkıntıların karşılığını mükafat olarak alacağını vaat etmektedir. Bu vaat insanların çektiği acıları hafifletmektedir. ” Büyük kayıplar yaşayan bireylerin bile dinsel vaatlere ulaşabilmek amacıyla bu kayıplarını daha basit kabullendikleri görülmektedir. Sorunlar karşısındaki dinsel telkinler bir psikiyatrın telkinleri kadar etkin olabilmektedir.

   Din, hayat içerisinde bireyi telkin edici olduğu gibi azmedici rol de oynamaktadır. İnananlarda yaşanılan ömrün sonunda mükafatlandırılacağı sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayata dair bilinen açıklamalar, tasvirler, bireyi özendirici ve azmettirici bir faktördür. Din, sonsuz hayata dair belirsizlikleri güvendiği kaynaklardan açıklığa kavuşturan bireyin öz güvenini, sorunları ile mücadele gücünü ve yaşam motivasyonunu artırmaktadır. İnanan bireylerin yaşadığı sorunlar karşısında ve psikolojik gerginliklerde direnç gösterme ve baş etmekte yöntemlerinden birisi de din olarak göze çarpmaktadır. “Afetler, hastalık, ölüm vb. durumlarla başa çıkmada da din, önemli bir ‘başa çıkma’ aracı olarak kullanılmaktadır.” Din, bireyin duygusal boşluk içerisinde savruluşunu durduran, o boşluğu dolduran ve duygusal anlamda bir sığınma olgusudur.

   Din, bireyin güçlükler karşısında intihara yönelimden önceki çıkış yoludur. Bu yolu kullanan birey intiharı değil, dine sığınmayı tercih eder. Bireyin karşılaştığı güçlüklerde intihara alternatif ve zararsız bir yoldur. Her birey hayatı boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşır. Önemli olan bireylerin zorluklarla nasıl başa çıktığı, çözüm noktasında başvurduğu yöntemler, çözüme ulaştıramadığı sorunlardan nasıl uzaklaştığı konularında din ayrıştırıcı özelliğe sahiptir. İnançlı kişiler dini inançları çerçevesinde son çare olarak soruna teslim olup sonuçlarına rıza gösterirken, herhangi bir dine mensup olmayan kişilerin ise intihara yönelme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu sebeple din bireyin fiziki sağlığını ve ruh sağlığını koruyucu özelliktedir.  “Karşılaştığı zorluk ve problemlerle nasıl başedeceğini bilemeyen birey kolaylıkla umutsuzluk ve çaresizlik duygularına teslim olur. Bilindiği gibi duygudurum ve kaygı bozuklukları gibi ruh sağlığı sorunlarının ortaya çıkışında, bu iki duygu nedensel öneme sahiptir.” Yaşanılan güçlüklerle baş etme ya da çözme becerisi bireyin yaşantısını etkileyen temel faktörlerdir. Din ise bu becerilerin yetersiz kaldığı durumlarda bireye alternatif bir çıkış kapısı sunar. Birey ‘Kısmet’, ‘Nasip’, ‘Kader böyleymiş’ gibi telkinlerle duygusal yıkımdan kendisini uzaklaştıracaktır.

   Tüm canlılar yaradılış özelliği olarak kendisinden daha güçlülere sığınma güdüsü içerisindedir. Birey, kendisinden daha güçlü olduğuna inandığı Allah’ı, kendisini her zaman gözlemleyen, göndermiş olduğu yol göstericiler ile yönlendiren, inancının gereklerini yerine getirdiği sürece bireyi kötülüklerden koruyan  veya korumadığı zamanlarda karşılaştığı sorunlar ile sınayan olarak görür. Allah’a her zaman dua edebilmesi bireyi rahatlatmaktadır. Her şeyden daha güçlü olan Allah inancı, anlam verilemeyen sorunları anlamlandırmada ve sığınma yolu ile sorunlardan uzaklaşmada önemli bir intihar önleyicidir. “Zira stresli bir durumla karşı karşıya kalan birey, varlığının tehdit altında olduğunu hisseder. Böylesi bir durumda insan, kendini çaresiz ve yalnız hissedebilir ve kendisini bu durumdan kurtarabilecek bir yardımcıya, güveneceği, dayanacağı bir kişiye veya yere ihtiyaç hisseder, insan dini inancı sayesinde kendisine yardım edeceğini düşündüğü, her şeyi bilen ve gücü yeten bir varlık olarak Allah’ı hatırlar, ona yönelir, ona güvenir.” Kendi gücünün aciz kaldığı durumlarda insan kendisinden daha güçlü olan Allah’a sığınarak içinde bulunduğu güçlüğü O’na havale ederek ruhsal yapısını korumaktadır. “Allah, hem ümitsizlik, sıkıntı, bunalma, korku ve endişe durumlarında insana yardım edecek kudretli bir güç, hem de sevinç ve mutluluk anlarında insanın şükran duygularını sunabileceği ilahi bir güçtür. Böylece insan hem duygusal taşkınlık hem de çökkünlük durumlarından kurtulur ve dengeli bir özellik kazanır.” Allah birey için hem sorunla karşılaştıran, sorunu çözememesi durumunda yardım eden, bireyi sınayan, koruyan, acizlikten kurtaran sonsuz bir güçtür.

   Dini inançlar toplumdaki intihar sayılarını da etkilemektedir. İntihar tüm hak dinlerde yasaklanmıştır. Bireyin dini, dine yakınlığı, inanç seviyesi intihara olan eğilimini etkileyen bir faktördür. Avrupa’nın sert dini kurallarına ve sadakatli Katolik toplumlarına bakıldığında intihar oranlarının düşük olduğu görülmektedir. Diğer mezheplere üye toplumlarda ise bu oran daha yüksektir. “Birleşmiş Milletler yıllığında İslam ülkeleri intihar oranları açısından son sıralarda yer almaktadır. Örnek olarak, % 000.1,9 gibi bir oranla Türkiye 45.sırada; 0.4 ile Kuveyt 52.sırada; 0.2 ile Ürdün 53.sırada yer almaktadır.” Bireysel anlamdaki dini değerlerin yanı sıra toplumsal dini değerler de intiharı etkilemektedir. Bireyin yönelimlerindeki farklılıklar toplum tarafından olumsuz karşılandığı zaman bireye bir yardım söz konusu olacaktır.

   Dini kuralların daha çok kabul edildiği ve dini kurallar çerçevesinde yaşamlarına yön veren ‘Tutucu’ olarak tabir edilen toplumlarda intihar oranı düşüktür. “Durkheim, Protestanlığın Katolikliğe göre daha özgür ve hoşgörülü olduğunu belirtir. Kolektivizm ve dogmatizmin azlığı nedeniyle, intihar oranları daha yüksektir. İslam dininin toplumsal dayanışmayı öne alan yapısı, yardımlaşma ve dayanışmayı ekonomik alana taşıması ve dinen intiharı yasaklaması, İslam ülkelerindeki düşük intihar oranını anlamamıza yardımcı olabilir.”Bir dinin temelinde sadece yasakların değil de yardımlaşmanın, paylaşmanın olması hatta bunların mükafatlarının olması intiharı önleyicidir.

   Bazı dinler intiharı yasaklasa da bu dine mensup toplumlar intihar edenleri ve ailelerini dışladıklarından aileler intiharı gizlemektedirler. Musevilikte de intihar İslamiyette olduğu gibi yasaktır. Musevi toplumun bu yasak ve toplumsal dışlanma nedeniyle intihar oranları doğru tespit edilememektedir. “Musevilerin gördükleri dışlanmaya karşı oluşan direnme gücü ve ego direncinin intiharı azalttığı düşünülmektedir.” Doğru bilgiler ışığında daha kesin sonuçlara ulaşılamadığından bu toplumlar sadece elde edilebilen verilere göre değerlendirilmektedirler.

   Toplumsal yaşantı içerisinde bireylerin özbenliklerini korumak adına birlikte hareket etme güdüleri söz konusudur. “Savaşlarda ve büyük siyasi bunalımlarda, toplumun bütünleşme arzusu ve ölçüsü artar. Bireyler toplumsal problemlere bütün güçleri ile katılırlar, intihar oranları düşer. Durkheim’e göre bu tür toplumsal durumlarda, bireylerin bencillikleri sınırlanır ve yaşama istekleri güçlenir.” Birlikte hareket etmek bireyi varolması anlamında güdüleyicidir.

   Toplumsal değerlerdeki çözülmeler, değişimler toplumsal sadakati azaltmaktadır. Toplumsal sadakatin azalması bireyi yalnızlaştırmaktadır. “Toplumu bir arada tutan ortak değerlerde, ortak bilinçte, geleneklerde hızlı ve büyük ölçekli değişimler, fertler arasında ve toplumlarda aşınmaya, zayıflamalara yol açar ve bu da intihar girişimini arttırmaktadır.”Evrensel yaşama ulaşım imkanlarının fazlalaşması kapalı toplumların iç dünyaları ile dış dünyasındaki farklılıkları görünür kılmıştır. Bu farklılıkların ortadan kalkmaya başladığı toplumlarda intihar vakaları artış göstermektedir. Genel manada din olgusunun bireyler üzerinde intiharı engelleyici bir yönü bulunmaktadır. Araştırmalarda ruhani dinlerin tamamı intihar gibi bir eylemi yanlış bulmak ve yasaklamakla birlikte, ölümün doğal sebeplerle olması yönünde telkinlerde ve bildirimlerde bulunmuştur. Türkiye açısından bakıldığında İslamiyet dini intiharı tamamen yasaklamış ve bu eylemi gerçekleştiren bireylerin dünyada sıkıntılarından kurtuluyor gibi gözükse de ruhani dünyada ciddi cezalara maruz kalacaklarını bildirmiş ve böyle bir eylemi men etmiştir. İslam dini intihar eden kişinin sonsuz hayatında maruz kalacağı cezayı da açıkladığı için kişinin içinde bulunduğu duruma direnmeyi daha şiddetli bir cezaya tercih etmektedir. Din, her toplumda bireyleri, tek başına intihara karşı koruyan bir etken olarak değerlendirilmemelidir. İntihar oranlarını birçok kriter belirler, din bu anlamda intihar oranını azaltıcı olumlu bir kriterdir. Dinin neden tüm toplumlarda aynı azaltıcı etkiyi göstermediği araştırılmayı bekleyen önemli bir sorundur. “ Kültürel yapının genel özelliklerinin göz önünde bulundurulmadığı çalışmaların bu anlamda yetersiz kalacağı da bir başka gerçekliktir. Bu haliyle konu halen araştırmaya açık bir özellik taşımaktadır.” Din tek başına intiharı önleyici özelliğe sahip değildir. Toplumun yapısı, dini inancı, dinsel yaşamdaki yaklaşımları ve tutumları, bireyin bu değerlere bağlılık derecesi dinin intihar olgusundaki etkileridir.

 

Meslek 

   Meslek hayatı insan ömrünün ortalama 25-35 yılını kapsayan bir zaman dilimidir. Ortalama dünyadaki yaşam süresinin 65-70 yıl olduğu düşünüldüğünde meslek hayatı insan ömrünün yarısını kapsamaktadır. Bu da göstermektedir ki çalışma hayatı ve ortamı, bireylerin ruhi durumlarının en önemli etkenlerindendir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki bireylerin iş sahibi olmaları intihar oranını düşürmektedir. Ancak çalışma şartları da intiharı etkilemektedir. “Durkheim bir işte çalışmanın, enerjiyi belli bir alana yönlendirmenin intihar riskini azalttığını belirtmektedir.” Kişisel iletişimin yüksek olduğu mesleklerde gerek çok yönlülüğe bağlı dertlenme, gerekse tek iş odaklı çalışmama intihar oranını artırmaktadır. Kişisel iletişimin az olduğu mesleklerde sadece tek nokta odaklı çalışma, başka şeyleri düşünme ve onlardan etkilenme oranını düşürür. Bu mesleklerde intihar riski düşer. Ülkemizde farklı meslek grupları intihar açısından farklı sonuçlar oluşturmaktadır. Gelir seviyesindeki dengesizlikler ailenin tüm bireylerini etkilemektedir. Farklı gelir durumlarına sahip ailelerin çocuklarını bir araya getiren okullarda öğrencilerin arkadaşlarının sahip olduklarına ulaşamama durumları öğrenciler arasındaki intihar oranını yükseltmektedir. Çalışma hayatı sona ermiş emeklilerin geçim sıkıntılarının halen devam ediyor olması da emekliler arasındaki intihar oranını artırmaktadır. “Emeklilerde de olasılık artmaktadır.” Avrupa toplumlarında intihar eden emekliler ‘İşe yaramamak’ duygusundan dolayı, ülkemizde intihar eden emeklilerin ise geçim sıkıntısı ve ‘Terk edilmişlik’ duygusu nedeniyle bu yola başvurdukları görülmektedir.

   Meslek, intihar nedeni olarak değerlendirildiğinde en büyük etkenin işsizlik olduğu tespit edilmiştir. “İktisadi manada temel üretim faktörünün değerlendirilememesi durumunu ifade eden işsizlik toplumsal anlamda ele alındığında sosyal bir yarayı, bireysel olarak ele alındığında ise kayıplar zincirini ve bir travmayı ifade etmektedir.” İşsizliğin devlet maliyetlerini ve giderlerini olumsuz etkilediği tüm ekonomistlerin kabul ettiği toplumsal bir kayıptır. Bireysel anlamda da işsizlik bireyin üretkenliğini durduran, psikolojik olarak zayıflatan, sosyal yapı içerisinde yer edinememe, toplumsal yapıda rol üstlenememe sonucu gelişen ruhsal sorunlara sebep olan, ekonomik ve toplumsal açıdan travmalara sebep olan çok ciddi bir sosyal intihar endikasyonudur. İşsizliğin yol açtığı toplumsal ve bireysel yaraların telafisi çok uzun yıllar gerektirmektedir. İşsiz bireyler gerek ihtiyaçlarını karşılayamama gerekse herhangi bir meşguliyetin olmamasına bağlı ruhsal boşluklar nedeniyle intihar etmektedir. 

   Meslek grupları da intihar açısından incelenmiştir. İşsizlikte artan intihar oranları bazı meslek gruplarında da diğer mesleklere göre artış göstermektedir. İşsizliğe karşı alınan devlet tedbirleri gelişmiş ülkelerde işsizliğe bağlı intihar oranlarını düşürmektedir. “Ekonomik kriz dönemlerinde ve işsizliğin arttığı dönemlerde intiharlar da artmakta, ekonominin iyi olduğu dönemlerde ve savaş zamanlarında azalmaktadır. İntihar için özellikle riskli meslekler arasında doktorlar, müzisyenler, diş hekimleri, avukatlar ve sigortacılar başta gelmektedir.” Mesleği içerisinde karşılaşılan kişilerin özelliklerine, işi gereği kullanılan materyaller, ilaçlar ve yüksek derecede dikkat gerektiren meslekler intihar açısından risk gruplarını oluşturmaktadır.

   İntihar materyaline ulaşma kolaylığı bulunan meslek grupları, psikolojik travmalara maruz kalan meslek grupları intihar açısından riskli gruplardır. “Polis memurları, psikolojik olarak zorlayıcı durumlara ve psiko-travmatik deneyimlere maruz kalma açısından yüksek risk altındadırlar.” Toplumun hep sorunlu kesimleri ile karşılaşan meslek grupları intihar açısından yüksek riskli gruplar olarak değerlendirilir. Bu meslek grupları içerisinde sürekli suçlarla ve suçlularla karşılaşan kuvvet güçleri, vicdanı ile kanun arasında sıkışıp ruhsal sıkıntılar yaşayan adalet mensupları, sürekli sağlık sorunları yaşayan veya avucunun içerisinde yaşamı son bulan insanlara hizmet veren sağlık çalışanları, sürekli bir iş kazasına maruz kalma korkusu ile çalışan (maden işçileri, inşaat işçileri gibi) işçiler gibi meslek grupları yüksek risk teşkil eden gruplardır.

   Bir mesleğin intihar oranının yüksek olması o meslek grubundaki her çalışanın ruh halinin bozuk olduğu, kuvvetli bir intihar potansiyeli içeren bireylerden oluştuğu mantalitesiyle çelişir. Çünkü bir meslek grubunda her çalışan aynı işi yapmamaktadır. Polislerin bir kısmı ciddi yaşamsal tehdit altında çalışırken, bir kısmı ise hayati riskin düşük olduğu ofislerde çalışmaktadır. Bu iki grup çalışanları aynı ünvanı taşıyor olsalar bile intihar riski açısından değerlendirildiklerinde çok ciddi oransal farklılıklarla karşımıza çıkmaktadır. Doktorlar ve sağlık çalışanları açısından bu durum değerlendirildiğinde; görüntüleme merkezlerinde, kayıt bürolarında, istatistiksel veri toplama ve analiz etme gibi hasta veya ölü ile karşılaşmayan çalışanlar ile her an ölüme yaklaşan hastalarla karşılaşan yoğun bakım ünitesi, onkoloji ve hematoloji klinikleri, acil yardım ünitesi ve ameliyathane gibi ünitelerin çalışanlarının intihara bakış açıları ve oranları arasındaki fark dikkat çekicidir.
İntihar nedeninin tek bir etkene bağlanması yanıltıcı sonuçlar doğuracaktır. İntihar tek bir nedenden kaynaklanabilen ya da birçok nedenden oluşabilen komplike bir olgudur. “Tüm bu bulgulara rağmen unutulmamalıdır ki, işsizliğin tek başına bir intihar risk etmeni olup olmadığı, bu beraberliğin, işsizliğin veya yetersiz sosyoekonomik düzeyin mental sağlık üzerine olan olumsuz etkisine mi bağlı olduğu, yoksa mental problemli insanların işsiz olma riskinin daha yüksek olmasından  mı kaynaklandığı henüz belirsizliğini koruyan ve tartışılan bir konudur.” İntihar eden bireyin arkasında bıraktığı izler nedenler hakkında detayları saklamaktadır. Geride bırakılan izlerin eksiksiz değerlendirilmesi nedene yönelik doğru sonuçlar elde etmeye yarar.

   İşsizlik tüm dünyada intiharı tetikleyen etkin bir faktördür. İşsizliğin tek başına bir etken olup olmadığı tartışılıyor olsa da, işsizlik intiharı tetikleyen etkenler arasında ciddi bir pay sahibidir. “Avrupa’da intihar girişiminde bulunan kişiler arasında kadınların %12’si, erkeklerin ise %20’si işsizdir.”Avrupa’nın bu durumuna karşılık ülkemizde işsiz olarak değil de çalışmayan kesim olarak değerlendirilen ev hanımlarında intihar oranı oldukça yüksektir. “Türkiye’de intihar girişimlerinin ekonomik olarak daha bağımlı olan ev hanımı, öğrenci gibi kişilerde daha sık görüldüğü bildirilmektedir.” Bu gerçeklik birçok araştırmacının dikkatini çekmiş ve bu tespit birçok yayında yer almıştır.

Ekonomi 

 
 
   Bireylerin ekonomik durumları, gelir düzeyleri bireyin yaşama isteğini etkilemektedir. Sosyo-ekonomik düzey ve sosyal yaşam koşulları ile intihar oranları ters orantı içerisindedir. Aynı şehrin farklı yerleşim alanları arasında intihar girişim oranları farklılık gösterir. “İntihar girişimleri şehirlerin kalabalık, sosyal koşulları iyi olamayan bölgelerinde daha çok olmaktadır. İşsizlik ve intihar girişimi arasında da bağlantı vardır. Özellikle erkeklerde bu daha da belirgin olmaktadır.”

   Sosyo ekonomik düzeyi düşük olan bireylerin depresyon tedavisi görme oranı düşüktür. Bu durum sağlık merkezlerine başvuramama ve ilaç alma güçlüğü ile açıklanabilir. Ekonomik yetersizlikler bireylerin tüm hizmetlere ulaşımını engellemektedir. Bunun neticesinde birey intiharı tek çıkış kapısı olarak görmektedir. Babaoğlu’na göre “Diğer ülkelerdeki araştırma sonuçlarına uygunluk gösteren, düşük sosyo-ekonomik düzeyli kesimlerde intiharların daha sık görüldüğünü destekleyen bulgular elde etmiştir.” Ekonomik imkansızlıklar intihar riskini artıran bir faktördür. Destek ve tedavi şartlarına ulaşamama bu oranı artıran başka bir faktördür. İşsizlik sosyal yaşam içerisinde suç olaylarında artış, toplumsal yapıda çözülme, dengesiz göç ve intihar eylemlerinde artışı tetikleyebilir. İşsizlik, bireyin ve ailesinin alışageldiği yaşamdan uzaklaşmasına, elindeki kısıtlı kaynakları öncelik sırasına göre ihtiyaçları arasında pay etmesine ve bazılarından vazgeçmesine sebep olmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar sonucunda bireyin intihara eğilimi artacaktır. Bireyin geleceğe dair varolan planlarının bozulması, gelirindeki azalma veya yok olma aile yapısını da etkileyecek, aile içi sorunlar bu eğilimi artıracaktır. “Bu konudaki çalışmalar, çalışma hayatı ile ilgili risklere özel bir ilgi göstermektedirler. İşsizlik bu riskler içerisinde ilk akla gelendir. Yapılan araştırmalar, işsizlik nedeniyle intiharların diğer nedenlerle yapılan intiharlara yaklaştığını göstermektedir.” İşsizlik, ekonomik anlamda bireyleri intihara sürükleyen en temel faktördür.  Ülkemizde yapılan çalışmalar göstermektedir ki, maddi imkanlar intihar için belirleyici faktörlerdendir. “Uluslararası literatür bulgularına uygunluk gösteren, fakir kesimlerde intiharların daha sık görüldüğünü destekleyen bulgular elde edilmiştir.” İntihar oranları ülkeden ülkeye kültürden kültüre farklılıklar gösterir. İntihar eden bireylerin intihar nedenleri birçok bilim dalı tarafından incelenmiştir. Önceleri intihar vakaları sosyoloji, psikoloji ve psikiyatri gibi disiplinler tarafından inceleniyor olsa da ilerleyen dönemlerde iktisat alanında da intiharlar hakkında çalışmalar yapılmıştır.

   Ekonomik yetersizlikler nedeniyle kendi ülkesinden göç etmiş gruplar gittikleri ülkelerin kültürlerine uyum sürecinde sonucu intihara varan sorunlar yaşamışlardır. “Almanya’da göçmenler üzerinde intihar girişimleri üzerine yapılan bir çalışmada, göçmen olma, kadın olma ve yaşın düşüklüğü üçlüsünün intihar girişimi riskini üç kat arttırdığı belirlenmiştir. Göçmenlerdeki intihar girişimleri ‘kültürel çatışma’ nedeniyle stresle mücadele etme zorunlulukları ile açıklanabilir.” Ekonomik yetersizlikler intihara direkt neden olmakta iken ekonomik imkan sağlama amacı ile yapılan göçler de endirekt sebebiyet vermektedir.

   İnsanın duygusal yapısı çözülmesi güç bir karmaşadır. Tüm doğanın canlandığı zamanlarda dahi bireyin psikolojisi bozulabilmektedir. “Doğanın canlandığı, neşelendiği ilkbahar ve yaz aylarında intihar olguları, ilk ve sonbaharda akut depresyon, yaz aylarında mani nöbetleri artış göstermektedir.”Mevsim değişimlerinde hava koşulları, dünya üzerindeki çekim kuvvetlerinin etkisi ile ruhsal durumu etkileyen şartlar ortaya çıkmaktadır. Sonbahar ‘Hazan mevsimi’ olarak bilinmekte ve depresyonun atağa geçtiği bir mevsim olduğu bilinmektedir. Ancak ilkbahardaki intiharların daha fazla oluşu açıklanması güç bir durumdur. Yapılan araştırmalar zaman dilimlerini daha kısa süreçlere ayırarak sürdürülmüştür. “Aylara göre intihar verilerine bakıldığında, intiharların en sık Temmuz, ardından da Mayıs ayında gerçekleştiği, kadınların Mayıs ve Şubat ayında; erkeklerin Temmuz, Mart ve Nisan aylarında intihar girişiminde bulundukları rapor edilmiştir.” Zaman dilimlerine göre yapılan araştırmaların nedensel olarakta değerlendirilmesi gerekmektedir. Verilere göre intiharların sık görüldüğü zaman dilimleri sosyoekonomik açıdan değerlendirilmelidir.
 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hava Kirliliği ve Partikül Madde

KOMPOZIT

Ölümün Ölümsüzlüğü...