NATALIE

  
 
   Üzerinde beyaz incelik bir giysi, eteğinin altında üşüyen bacakları, soğuktan kızaran burnuna rağmen, gözlerinde kocaman bir umut vardı. Her şeye rağmen gülümsüyordu. Yolun sonuna gelmişti Natalie. Heyecanlı olduğu kadar korkuyordu. Beyninin içinde kendisi gibi koşuşan kadın sonunda terk etmişti ruhunu. Sessizlikle sevişen soğuğun inlemeleri gibi nefes alıyordu. Hiç bilmediği, duymadığı, görmediği, yolculuğun biletini nasıl girmişti cebine?

  Sol kolunu sıvayarak turnike ile sıkmaya başladı. Bembeyaz teni çok narindi, pembeden mora çalan bir renge dönerken, cebine bu bileti kimin koyduğu anımsadı. Hayalleri de pembeydi, hepsi de gerçekleşecek kadar güzeldi. Kararını çoktan vermesine rağmen, bunu yapmak hiçte kolay değildi. Hava giderek fahişenin hayatının kararması gibi kararıyordu.

   Tüm hayatı, anıları, arkadaşları, sevgilileri, ailesi, ... etrafında tıpkı bir hayalet gibi dönerek, geçmişi hatırlatıyordu. Peki neydi geçmiş? Kim ona ne yapmıştı? Neden ölüm en pis haliyle Natalie kucaklıyordu?

  Gözlerinde anılar mekanların kalıplarına girmeye, duvara çarparak yankılan sözleri duymaya başlamıştı.
 
 
 
 
   Hırs diye adlandırılan bir duygu vardı. Aşk gibi gözlerini kör ederek büyüsüne kapılıp gitmişti. Tüm yaşamı boyunca hiç tatmin olmamıştı. Sürekli yeni bir hedef, yeni bir başarı, ulaştıkça değersizleşen hedefleri yüzünden, durmak, usanmak nedir? bilmiyordu...
 
Hırsın yaşam tuzakları şu şekildeydi;
 
Aşırı çalışmaktan günlük streslerden sağlığı bozulmaya başlamıştı.
İş ve eğlence arasındaki denge bozulmuş, sürekli hissettiği baskı yüzünden hayattan zevk alamaz olmuştu.
Özüyle bağlantısını kaybetmiş artık onu neyin mutlu ettiğini bilemediği gibi, tüm hayatı maddesel, statü, ve başarı olmuştu.
Tüm enerjisini hayatını düzene sokmaya çalışarak, Listeler yapar, planlar, temizlik ve ev işleri derken yaratıcılığı ve gününü yaşamaya vakti yoktu.
Çalışmak ve başarıya o kadar kitlenmişti ki, tüm çevresiyle arası gittikçe açılmaya başlamıştı. Çünkü onlara kendileri yetersiz ve gergin hissettirerek onlardan beklentilerini karşılayamayacağını yüklemişti.
Standartları o kadar yüksekti ki, ulaştığı hiçbir başarının keyfini çıkartamaz, hemen yeni bir hedefe yönelirdi.
Ulaşamadığı her hedef canını sıkarak, sinir ve gerginliğinin artmasına neden olurdu.
 
 
    Natalie ilk kez kendini bu kadar çıplak görebiliyordu. Başarı mutluluk getirsin diye uğraşırken, mutsuzluğun kucağına itivermişti. Oysa hayat yaşamaya değerdi. Tek sorunu bunlarda değildi. Sürekli hayatına giren umut bağladığı erkekler... Hepsi kurulu gibi aynı cümleleri söylüyor, aynı tartışmaları yaşıyor, aşka küserek yaşamdan heyecan bekliyordu.
 
 
İlişkilerinde tekrarlanan şemalarda ise;
 
İhtiyaçlarını söylemiyor, sonrada ihtiyaçları karşılanmadığı için hayal kırıklığına uğradığını hissediyordu.
Ne hissettiğini söylemiyor, anlaşılmadığı için üzülüyordu.
Birlikte olduğu kişilerin onu korumasına veya yönlendirmesine için kırılganlığını ortaya çıkartamıyordu.
Duygusal yoksunluğu hissederek, sadece zihninin okunmasını bekliyordu.
Öfkelenerek daha çok ilgi istiyor, farkında olmadan yapışık hale geliyordu.
Aldığı ilgiliden çok almadığı ilgi için eleştirisel davranıyordu.
En sonunda da uzak ve ulaşılmaz bir duruma gelerek, aşktan tamamen uzaklaşıyordu.
 
   Natalie turnikeyi kolundan fırlatıp attı. Hazırladığı uyuşturucuyu ateşe verdi. Alevlenerek yanan ölümü uğurluyordu. Gülümsedi. Çünkü onun en güzel giysisi gülümsemesiydi. :)) 

 
 
Bu şarkıyı dinlerken Alper Hasanoğlu' un ''Aşkın halleri'' kitabını bitirdim. Bu hikâyeyi yazarak mutlu oldum...
 
Bilge.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hava Kirliliği ve Partikül Madde

KOMPOZIT

Ölümün Ölümsüzlüğü...