Vazgeçmekkk..

    Dilime yapmış olan bu kelimeyi bu günlerde sıklıkla kullanır oldum. Kullanırken alışıla gelmiş duygusallığımda vazgeçtim, vazgeçmek istemiyorum derken doğru mu kullanıyorum diye düşünmeye başladım.Azıcık kurcuklayayım dedim. :)


Vazgeçmek nedir?

Kelime kökeni Farsça
*Kendi hakkı saydığı  birseyi artık istemez olmak
*Eskiden beri yaptığı birseyi artık yapamaz olmak
*Niyetten yada karardan caymak


   Çocukluğumuzdan beri bizlere zorluklarla mücadele etmek, ısrarcı olmak, vazgeçmemek, pes etmemek gerektiği öğretildi. Karşımıza imkânsızlıklar çıktığında bile mutlaka bir yol bulmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
   Bütün kahramanların öyküleri mücadele üzerinedir. Onlar böyle yaptıkları için kahraman olmuşlardır. Biz de onların nasıl kahraman olduklarını çok iyi öğrendiğimizden, hepimiz kahramanlığın “asla vazgeçmemek” olduğunu biliriz. Üstelik hepimizin buna benzer öyküleri vardır. Hepimizin, kendi çapında “kahramanlıkları” vardır. Kahramanlığın ne olduğunu biliriz. Direnmek, dayanmak, vazgeçmemek, pes etmemek bilinçaltımıza kazınmıştır.
   Fakat hayat her zaman direnmekle yaşanmıyor. Öyle anlar, öyle durumlar var ki artık gerçekçi olmak ve o işin olmayacağını, o ilişkinin yürümeyeceğini kabul etmek gerekir. Kabul etmek ve vazgeçmek gerekir.Ama vazgeçmeyi gerektiren o zamanı bilmek hiç de kolay değil. Çünkü atalarımız hayatta kalmak için “ölümüne” mücadele ettikleri için, bu davranışı bize genetik bir miras olarak bırakmışlardır. Biz de bu genetik mirasla yaşarken karşımızı “artık oluru kalmamış” durumlar çıktığında bile hala mücadele etmeye devam ederiz. Bu nedenle emek verilen bir ilişkiden, bir işten, bir fikirden vazgeçmek dünyanın en zor şeylerinden biridir. Kendimiz, ailemiz, şirketimiz, markamız için artık ‘faydası kalmamış’ olanı terk etmek zor gelir bize.
   Ne kadar başarısız olursa olsun koltuğunu bir türlü bırakamayan politikacılar; akademik hayatta bir türlü emekliliğini isteyip de yerlerini gençlere bırakamayan yaşlı başlı profesörler; başarısız olduğu için şirketin kaynaklarını tüketmeye devam eden zamanı geçmiş ya da baştan ölü doğmuş ürünler hep vazgeçmesini bilmemenin örnekleridir.
   Bitirmesini bilmemek, özel hayatımızda da yakamıza yapışan bir zulümdür. Ne kadar cendereye dönüşse de bir türlü vazgeçemediğimiz ilişkilerimiz, evliliklerimiz hep bitirmesini bilememekten kaynaklanır.Sadece kendisine güvensiz ya da zayıf kişiler değil; birçok zeki ve güçlü insan da kendisi için kötü olduğunu bildiği halde gerek profesyonel, gerekse özel hayatında bir türlü bitirmeyi başaramaz. Sanki bilmekle yapmak arasında bir uçurum vardır. Bu insanlar bir türlü düşüncelerini hayata geçiremezler. İçlerinde bir şeyler engeller onları. Bitirmenin daha doğru olduğunu bilseler de, mesele ‘yapmaya’ gelince dehşete düşerler. Kimi zaman bitirmenin eşiğine kadar gelirler, ama sonra vazgeçerler. Bazı mazeretler bularak kendilerini kısırdöngüye hapsederler.
   Bir ortaklığı bitirememek, bir iş ilişkisini bitirememek, bir ürünü üretmeyi durduramamak ya da bir markaya yatırım yapmayı sonlandıramamak aslında düşündüğümüzden çok daha sık rastlanan bir durumdur.Bugün Türkiye’deki (ve dünyadaki) şirketlerde “bitkisel hayatta” yaşayan ama aslında “ömrünü tamamlamış” birçok ürün var. Bunlar, şirketlerin kaynaklarını tüketmeye devam ediyor, zararlar sürekli büyüyor.
    Peter Drucker'a göre vazgeçmesini bilmemek, yarının fırsatlarını geçmişe kurban etmek demektir, “ölümcül bir günahtır!”Drucker “Bir cesedin kokuşmasını önlemeye çalışmak kadar zor, masraflı ve nafile bir çaba yoktur.” der. Bugün işlevini yitirdiği için artık ”düne ait” olandan vazgeçmesini bilmeyen liderlerin yarını da yaratmaya muktedir olmadıklarını söyler. Şu ya da bu sebepten ömrünü doldurmuş işler için kaynakları kullanmaya devam etmenin israftan öte bir şey olmadığını ve bunu yapmaya hiçbir yöneticinin hakkının olmadığını anlatır.
Bitmeye mahkûm olan işleri, ilişkileri, yatırımları bitirmeyi öğrenmeliyiz.
   Ben, gerek özel gerekse iş hayatımızda neden terk etmeyi bir türlü hayata geçiremediğimiz üzerinde kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Sağlıklı adımlar atarak ilerlemek ve imkânlarımız dâhilinde daha doyurucu bir hayat yaşayabilmemiz için bazı ilişkileri ya da işleri bitirmemiz gerektiği halde, körü körüne inat etmemizin arkasındaki nedenleri iyi anlamamız gerekir.
   Vazgeçememekle ilgili, birçok davranış bilimci ve psikolog üç temel sınır üzerinde hemfikirdir. Vazgeçmemizi zorlaştıran ilk sınır “mantıksal mazeretlerdir”. Zihnimiz vazgeçme halinde gelişecek olan yeni durumun bilinmezliğinden-belirsizliğinden ürker ve kendi kendine mükemmel “mantıklı gerekçeler” üretir. Değişimin getireceklerinden korkmamızın tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.
   Değişimden, değişimin getireceği yeni durumları yönetememekten korktuğumuz için vazgeçmekte zorlanırız ve mantıklı sebepler bularak mevcut duruma devam ederiz. Mevcut ne de olsa yönetebildiğimiz bir şeydir. Vazgeçmek ise mevcut durumun alışılmış rahatlığından uzaklaşmak demektir. Bu durumda zihnimiz bir oyun oynamaya başlar. Vazgeçmek zayıflıkmış gibi gelmeye başlar bize. Her ne pahasına olursa olsun “vazgeçmemekte” o kadar diretiriz ki zamanla korktuğumuzdan da zayıf duruma düşeriz.
   Vazgeçememe durumundaki ikinci sınır genelde sahip olduğumuz inançlarla ilgilidir. Bu inançlar, bize verilen öğütlerden öğrendiklerimizdir. Hepimiz “katlanmanın” erdemleri üzerine eğitilmişizdir. Vazgeçilmesi gereken duruma tahammül etmeyi “fedakârlık” ve “güçlü olmak” olarak görürüz. Bir ilişkiyi bitirmek, “başarısızlığı kabul etmek” gibi ve her ne pahasına olursa olsun devam etmek ise “mücadeleci” olmak gibi gelir bize. Bu psikoloji bize vazgeçmeyi, “yenilgi” olarak algılatır.
   Üçüncü sınır ise en derinde yatan duygularımızdır. Korku, bizim en “mantıklı ” görünen kararlarımızı bile en çok etkileyen duygudur. Korku öyle baskın bir duygudur ki en güçlü görünen kişilerin bile karar almasını engeller. Hatta korku, biz farkında bile olmadan harekete geçerek bizi “vazgeçmemiz gerekene” daha da bağımlı bir hale getirir. Giderek hastalıklı bir ilişki bile çıkabilir ortaya…Bu sebeple elbette büyük hedeflere ulaşmak için çalışmayı, sebat etmeyi, kararlı olmayı, mücadele etmeyi ve içimizdeki kahramanı ortaya çıkarmayı bilmeliyiz. Savaşmazsak hiçbir kazanım elde edemeyiz. Buna sonuna kadar inanıyorum ve bu tutumu çok değerli buluyorum.
Ama öyle bazı durumlar vardır ki terk etmesini bilmek gerekir.
   Vazgeçilecek durumu ve zamanı bilmek gerçekçiliktir. Gerçekçi olmayı bilirsek, bizlere sınırlı miktarda verilmiş zamanı, enerjiyi ve gücü yeni şeyler yaratmak için kullanabiliriz. Ancak bu şekilde daha verimli, daha üretken, daha mutlu olabiliriz. Gerçekçi olmazsak bize emanet edilmiş kaynakları israf ederiz.
   Peter Drucker, her şirketin her yıl düzenli olarak “terk etme” toplantıları yapıp; hangi ürünlerden, hangi uygulamalardan, hangi politikalardan vazgeçeceğine karar vermesi gerektiğini ve bunu bir alışkanlık haline getirmesi gerektiğini söylüyor. Şirketlerin ancak böyle yaparak tıpkı bir ağacı budamak gibi kendilerini tazeleme imkanı bulacağını söylüyor.
   Peki, nasıl yapacağız da hem zorluklarla mücadele etmeyi, başarmak için dayanmayı, direnmeyi bilecek ve yeri ve zamanı geldiğinde terk etmeyi de bileceğiz?Galiba hayatımıza değişimi getirebilmek ve yenilenmek için hem cesarete hem de bir nebze bilgeliğe ihtiyacımız var.Kesinlikle dualara değil. Şirketler için gerekli olan bu tutum, bizim özel hayatlarımız için de gereklidir:
Tazelenmek için terk etmesini bilmek gerekir. 
Vaçgeçtim..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hava Kirliliği ve Partikül Madde

KOMPOZIT

Hayat Kısa, Uçuyor kuşlar